Bizim kuşak Transformers dünyasıyla çizgi film aracılığı ile tanışmıştı. Fakat bizden sonraki kuşak için Transformers demek sinema filmi, video oyunu ve oyuncak demekti. Galaksinin çok uzaklarında yaşayan ve ölümcül bir savaşa tutuşan metal bir ırkın macerasını izliyorduk. İyiler tarafında, savaşı kaybetmek üzereyken dünyaya sığınan ve insanlıkla müttefik halinde yaşayan Autobotlar vardı. Kötüler tarafındaysa insanlığa hiç güvenmeyen Decepticonlar...
Aslında bu Transformers dünyası, gelecekte hayatımızda yer edinmesi muhtemel yapay zekalı makineli yaşama ısındırabilirdi bizi (ne de olsa makinelerle eninde sonunda dost ya da düşman olacağız). Sinema filmleri de bunun için iyi bir fırsat olabilirdi. Fakat yönetmen Michael Bay'in böyle sofistike işlerle uğraşacak biri olmadığını bilenler bilir. Bay, Transformers serisini katıksız bir bilimkurgu aksiyona dönüştürdü. Gişe getirisi de bu tercihi onaylayınca Transformers yoluna devam etti.
Serinin dördüncü filmi Transformers: Kayıp Çağ'da Autobotların lideri Optimus Prime, insanlığa güvenini kaybetmiş ve yaratıcısını bulmak için dünyayı terk etmişti. Diğer Autobotlar ise insanlar tarafından düşman ilan edilince saklanmıştı.
KRAL ARTHUR'A KADAR GİDEN DOSTLUK
Transformers 5: Son Şövalye bu noktadan başlayacak derken. M. S. 400'lü yıllara gidip Kral Arthur efsanesinin yolunu tutuyoruz. Meğer metal ırkla insanlığın geçmişi çok eskilere dayanıyormuş. Hatta büyücü Merlin'in o namlı asası da gücünü metal ırkın yaratıcılarından alıyormuş.
İşte bu asa herkesin hedefinde oluyor. İnsanlık, metal ırkın yaratıcıları, Decepticonlar, Autobotlar herkes bu asanın peşine düşüyor. (Bu asa arayışı bu yıl moda anlaşılan. Karayip Korsanları: Salazar'ın İntikamı'nda da böyle bir hikaye vardı). Ortalık yine savaş alanına dönüyor. Her filmde malum bir şehrin yıkılması bu serinin alameti farikasıdır. Bu filmde de Londra'nın canına okunuyor. Çünkü iş Kral Arthur efsanesine dayanınca işin içine İngilizler de girmiş oluyor...
Transformers tamamen aksiyona teslim olmuş, oyuncaklı bir film serisi olduğu için seveni sever, sevmeyeni ise uzak durur. Gürültüsü patırtısı bol, yıkımı, patlaması çatlaması hiç eksik olmayan, hızlı kurgusuyla aksiyonu üzerinize adeta boca eden bu serinin her hikayesinde öyle ya da böyle inandırıcı olma çabası da vardır.
Transformers 5: Son Şövalye'de işte böyle bir kaygı güdülmemiş anlaşılan. Serinin ikinci, üçüncü ve dördüncü filmlerinin ağır kalemi senarist Ehren Kruger'in yokluğu ziyadesiyle hissediliyor. Filmde kim, hangi amaçla ne yapıyor, kim kiminle neden ittifak kuruyor, pek anlamak mümkün değil. Sanki film ekibi de 'Anlamaya gerek yok, izle gitsin netice de bu bir yaz filmi' demek istiyor. Çünkü size bir şey anlama fırsatını tanınmayacak kadar doludizgin bir aksiyon boca ediliyor üzerinize. Hal böyle olunca izleme deneyimi tuhaflaşıyor. Aksiyondan, perdedeki kavga gürültüden, çok hızlı kurgudan dolayı adeta dayak yemişe dönüyorsunuz. Bir aksiyon bu kadar yorucu olabilir mi, olabiliyormuş meğer...
Naçizane Transformers serisine mesafeli duran bir sinema yazarı olarak serinin üçüncü ve dördüncü filmlerinin en iyileri olduğunu düşünürüm. Lakin bu son film herhalde serinin en kötüsü... Metal yorgunluğu oluşmuş belli. Ama o yorgunluk bize ağır bir şekilde sirayet ediyor!