Not: Yazı filmle ilgili bilgi içeriyor.
2003'te Gore Verbinski, Karayip Korsanları: Siyah İnci'nin Laneti'ni çekerken sinemada korsanları, maceralarını, deniz efsanelerini tekrar popüler hale getireceğini tahmin edebiliyor muydu, bilinmez. Ama o tek film gördüğü ilgi üzerine bir seriye dönüştü. Johnny Depp'in canlandırdığı Jack Sparrow ise sinemanın unutulmazları arasında girdi.
Verbinski, Ölü Adamın Sandığı, Dünyanın Sonu'ndan sonra seriyi yönetmen olarak bıraktı. Ondan boşalan koltuğa Rob Marshall geçti ve 2011'de Gizemli Denizlerde ile seriyi noktaladı. Açıkçası Verbinski'nin yaratıcılığının kıymetini bu filmi izleyince anlayabildik.
Karayip Korsanları'nın en önemli özelliği alışılageldiği gibi bir hikayeyi mutlak kötü ve mutlak iyi çekişmesi üzerine kurmamasıydı. İyilerin ve kötülerin her daim belirsiz olduğu, ortak çıkarları doğrultusunda güçlü karakterlerin birbiriyle ittifak kurabildiği ama sırt sırta verenlerin her an karşı tarafa geçip birbirine kılıç sallama potansiyelinin olduğu bir olay örgüsü vardı filmlerin. Dolayısıyla da sürprizliydi hikayeler. Açıkçası oyuncaklı, süper güçlü, dünyayı kurtarma derdindeki aksiyon bombardımanı film serilerine kıyasla Karayip Korsanları salt macera duygusunu öne çıkarıyordu.
KARTLAR YENİDEN KARILIYOR
Altı yıl sonra Norveçli iki yönetmen Joachim Ronning ve Espen Sandberg'e emanet edilen Karayip Korsanları: Salazar'ın İntikamı aslında, fenomen olmuş 2000'li yıllarda popüler sinemanın yüz akı serisini yeniden diriltme amacı güdüyor. Jack Sparrow kaptanlığında denizlere açılırken öncelikle şunu söyleyeyim, serinin temel dokusuyla çok da oynanmamış. Ki iyi de yapılmış...
Film bir seriyi yeniden canlandırma amacı güttüğü için denizlerin hakimiyeti için verilen mücadelede güç kartları yeniden dağıtılıyor. Ayyaş, sevimli ve ukala olan ama güçlü sezgileri ve öngörüleriyle her olaydan bir şekilde sıyrılmasını bilen Sparrow, mürettebatıyla çok güvenlikli bir banka kasasını soyarken karşımıza çıkıyor. Denizlerin hakimiyetini ezeli dostu/ düşmanı Kaptan Barbossa'ya (Geoffrey Rush) kaptırmış. Lakin haberi olmasa da Sparrow'un başında bir büyük bela var.
Yıllar önce gencecik Sparrow'un zekasına yenilen ve mürettebatıyla hayalet kalmaya mahkum olan Kaptan Salazar (Javier Bardem ) öldürmek için onu arıyor. Bu arada hiç tanımadığı babasını bulmaya çalışan Carina Smyth (Kaya Scodelario) ile Uçan Hollandalı'nın lanetiyle denizlere hapsolan Will Turner'ın oğlu Henry Turner (Brenton Thwaites) karşımıza çıkıyor.
Turner ile Smythy'nin ortak amaçları denizlerdeki her türlü laneti ortadan kaldıran Poseidon'un üç uçlu mızrağını bulmak. Salazar'dan kurtulmak isteyen Sparrow ve Barbossa'nın da bu mızrağı kurtuluş bileti olarak görmeleri maceranın amacını belirliyor.
Kartlar karılıyor, ittifaklar kuruluyor ve herkes bu mızrağın peşine düşüyor.
Beşinci filmde yönetmenler, seriye damgasını vuran Gore Verbinski'nin sinematik izinden gitmeyi tercih ediyor. Johnny Depp, Jack Sparrow ile sinemaya düşe kalka da olsa muhteşem bir dönüş yapıyor. Geoffrey Rush her zamanki gibi lezzet, Javier Bardem ise filmin gücüne güç katıyor. Açıkçası Orlando Bloom ile Keira Knightley'nin boşluğu hissediliyor. (Bloom filmin bir başında bir sonunda, Knightley ise sonunda görünüyor) Ama bu boşluk da genç oyuncular Scodelario ve Thwaites ile doldurulmaya çalışılıyor.
Karayip Korsanları serisinden hoşlananlar için açıkçası Salazar'ın İntikamı iyi bir dönüş filmi. Yine bol sulu, hayaletli, korsanlı ve esprili. Ha şu denilebilir: Karayip Korsanları: Salazar'ın İntikamı'nda çok da yeni bir şey yok. Bu eleştirinin haklılık payı olsa da belli bir seviyede seyreden bir seriyi yeniden diriltmek ve o seviyede tutmak da önemli. Çünkü bu seri aksiyona teslim olan, kendini aşırı ciddiye alan diğer ana akım filmlere göre macera duygusunu öne çıkarması ve kendini ciddiye almamasıyla kıymetli. Film de bunu hatırlatıyor bize.
SADECE JAMES BOND MU?
James Bond hayranları temelde Roger Moore'cular ve Sean Connery'ciler diye ikiye ayrılır. Sean Connery ilk göz ağrısı olduğu için çok sevilir ama Roger Moore'un da emeği çoktur James Bond'un yıllarca beyazperdede yaşamasında. Çünkü efsaneyi 70'lerden alıp 80'lere kadar taşıyan ve kitleselleştiren biraz da Moore'un oynadığı filmlerdir. Açıkçası ikisi de yedişer defa James Bond'u canlandırdıkları için en iyi James Bond kim derseniz bu soru havada kalır? Ama ikisinden biri olduğu kesin. Çünkü en sevilen ve başarılı bulunan James Bond filmleri arasında Moore'un 007'yi oynadığı Beni Seven Casus, Ay Harekatı da vardır.
Lakin Roger Moore sadece James Bond'a indirgemek de biraz haksızlık galiba. Kariyerinde Bond gibi bir başka edebiyat efsanesi Sherlock Holmes'u canlandıran Moore, The Saint, Maverick ve Kaygısızlar gibi dizilerle de iz bırakmıştı. Centilmen, çapkın ve karizmatik İngiliz tipini sinemada en hakiki şekilde taşıyabilen az sayıdaki aktörlerden biriydi Roger Moore...