OSMANLI SUBAYI/THE OTTOMAN LIEUTENANT
Ne zaman Ermeni meselesini ele alan bir film gündeme gelse ciddi tartışmalar furyasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Hatırlayın Atom Egoyan'ın Ararat'ını, Taviani Kardeşler'in Tarla Kuşlu Ev'ini, Fatih Akın'ın Kesik'ini... Son olarak Terry George'un The Promise filminde işlendi mesele. Bu filmlerin ortak özelliği, Ermeni meselesinin hep olagelen tek yönlü tartışmalarının altında ezilmeleri. Yani sinemacılar için mayınlı bir tarla Ermeni meselesi...
Joseph Ruben'in yönettiği Osmanlı Subayı, yukardaki filmler gibi direkt Ermeni meselesini ele alan bir film değil. Aslında 1. Dünya Savaşı başladığı sırada Van'da hemşirelik yapan Amerikalı idealist bir kadın Lillie'nin (Hera Hilmar) yaşadıklarını anlatıyor.
Lillie'nin Van'da bulunma sebebi Amerika'da tanıştığı ve idealizminden etkilendiği, sekiz yıl Van'daki Amerikan Vakıf Hastanesi'nde çalışan doktor Jude (Josh Hartnett). Lillie, dünyanın bir başka ucundaki insanların çaresizliğine derman olmak istiyor, hastaneye malzeme yardımı yapmak ve o hastanede çalışmak için İstanbul'a geliyor. Ama gemiden iner inmez tanıştığı Yüzbaşı İsmail Veli (Michiel Huisman) ile tanışıyor ve Van'a giderken kendisine refakatçı olması için askeri yetkililere onun adını veriyor. Bu yolculuk ikilinin yakınlaşmasına neden oluyor.
Osmanlı Subayı, savaş atmosferinde, gönlü Osmanlı subayı ile idealist Amerikalı doktor Jude arasında kalan bir hemşirenin hikayesi aslında. Joseph Ruben filmde bu aşk hikayesini öne çıkarıyor. Ama Van'da 1914'te yaşananları da es geçmiyor.
Şehirdeki Ermeni çetelerini, faaliyetlerini, isyan çıkarma girişimlerini, Van'ı Rusların işgal etmesini de anlatıyor. Yani Ermeni tehciri öncesinde Anadolu'daki kaosu hissettiriyor. Bu kaos ortamında isyancı Ermeni ile isyancı olmayan Ermeni'nin nasıl ayırt edildiğiniyse Halil Paşa (Haluk Bilginer) Yüzbaşı İsmail Veli'ye şöyle anlatıyor: Sana kurşun sıkan isyancıdır.
Öte yandan Osmanlı ordusunun içindeki kimi unsurların bu ayrımı yapamadıklarını da Ruben filmin bir başka sahnesinde net bir şekilde gösteriyor.
FİLME FİLMLE KARŞILIK
Ermeni meselesinin sularında bir şekilde dolaşan, bu konunun hassasiyeti nedeniyle temkinli olan filmde yönetmen Ruben meseleye 'ortak acı' perspektifinden bakmaya çalışıyor. Hatta "Birbirine ortak acıyla bağlanmışlardı" diyaloğu da filmin ve yönetmenin bu bakışının özeti niteliğinde.
Ermeni meselesiyle ilgili Türk tezlerine daha yakın duran Osmanlı Subayı, bizde gösterime girmedi ama 2017 yapımı The Promise'in serinkanlı da olsa antitezi gibi... Filmin Hollywood-Türk ortak yapımı olduğu düşünülürse şu söylenebilir galiba: Yıllarca Ermeni yanlısı filmler söz konusu olunca filmleri reddetme eğilimindeki anlayışın yerine filme filmle karşılık verme anlayışı benimsenmiş.
Ama sonuçta bir filmden bahsediyoruz. Osmanlı Subayı için Joseph Ruben'in, Yatağımdaki Düşman, Para Treni gibi filmografisinin önemli yapımlarının önüne geçecek bir film olmadığını da söylememiz gerekiyor.
YOL'UN HİKAYESİNDE YENİ BÖLÜM
Tarık Akan, Yol'un hikayesini bizzat yaşamış bir insan olarak çekimi ve sonrasında yaşanılanlar düşünüldüğünde "Bu kadar çileli bir film var mıdır sinema tarihinde" der. Yoktur galiba. 1980 askeri darbe ortamında çekilen Yol'un öyküsü yıllar geçse de bitmiyor. 1982'de Cannes'da ödül almasından 35 yıl sonra bu öyküye yeni bir bölüm daha eklenecek şimdilerde.
Filmin yapımcılarından Donat Keusch, bu yıl Cannes'da yeni kurgusuyla Yol'u gösterecek. Bakalım bu yeni kurgu Yol'un hiç bitmeyen öyküsüne nasıl yazılacak?
DİKKAT ÇEKELİM
James Cameron uzun süredir Terminator 2: Mahşer Günü'nü üç boyutlu hale getirmeye çalışıyordu. İşlem tamam! Çalışmalar bitti. Terminator 2, üç boyutlu olarak 25 Ağustos'ta vizyonda olacak.