Sinemanın mitlerinden olan devasa goril King Kong'a, Peter Jackson 2005'te çektiği filmle noktayı koymuştu. 1933 yapımı filme bir saygı duruşu niteliğinde olan bu yapımda Jackson sinemanın o zamanki olanaklarını kullanıp şahane bir sinematografiyle bilinen hikayeyi tekrar anlatmıştı. Bu filmden sonra King Kong gibi bir mite kolay kolay kimse dokunmaz deniliyordu. Ama Kong: Kafatası Adası'yla yönetmen Jordan Vogt-Roberts yeniden King Kong'u önümüze getiriyor. Esasen Güzel ve Çirkin ile Tarzan'ın karışımı bir hikaye olan King Kong'un, sinemada defalarca işlenebilecek bir öyküsü yok. Ama sinemada eski defterleri karıştırmak artık adetten olduğu için 12 yıl sonra bir kez daha King Kong'u izliyoruz işte. King Kong ile onu keşfeden ekipten bir sarışın kadın arasındaki duygusal hikaye bu mitin temel eksenidir aslında. Bu eksen insanın aç gözlülüğü ve başka canlıların yaşama hakkı üzerinde kurduğu tahakkümle örülünce iyice ete kemiğe bürünür. Hikayenin başındaki canavar King Kong'tur da ya sonundaki gerçek canavar kimdir, bunu sorar bu öykü bize... Kong: Kafatası Adası, işin merkezindeki o güzel-çirkin aşk hikayesine çok odaklanmıyor. Dolayısıyla bu mitin duygusal tarafıyla, canavar kim sorusuyla pek de ilgilenmiyor. Daha çok devasa bir yaratığın insan tarafından alt edilmesi önemseniyor. Bunun için filmde, Kong'dan intikam almak isteyen ve hayatını Kong'un varlığını herkese ispat etmeye adayan bir adamın ihtiraslarının peşine takıyoruz. Aslında o, Soğuk Savaş ikliminden yararlanarak Ruslardan önce o adayı mutlaka ABD keşfetmeli diye senatörleri ikna ediyor. Böylece istediği askeri gücü de elde ediyor. Biz de adayı istila etmeye giden insanların macerasını izliyoruz filmde. Vietnam Savaşı sırasında geçen öyküde, adaya 2. Dünya Savaşı sırasında düşen ve Kong'a tapan yerlilerle dost olan eski asker olmasa hiç çekilebilir bir yanı yok senaryonun. İlk yarısı King Kong klişeleri nedeniyle ilgi çekici olsa da film ikinci yarısında canavarlar savaşına dönüşüp iyice raydan çıkıyor ve sıradanlaşıyor. Galiba King Kong'dan içi boş bir aksiyon karakteri yaratmak çok da manalı bir şey değil. Sinemada bazı mitlere dokunurken dikkat etmek gerek. Kong: Kafatası Adası, bu konuda pek patavatsız. Bunun için bu film King Kong külliyatının en zayıf halkası olarak kayıtlara geçecektir herhalde.
Senin kahramanın hangisi?
En büyüleyici
1933 yapımı King Kong'da King Kong'un gönlünü kaptırdığı sarışını Ann Darrow oynar. Modern insanın bilinmeyen bir adaya gitme motivasyonu aslında bir film ekibinin ıssız bir ortamda film çekme isteğidir. Kong soyu tükendi sanılan dinozorlarla kapışır. New York'a nasıl geldiğini görmeyiz ama finalde Empire State'e tırmanır. 1933'te ilk defa perdede böylesi bir canavar gözüktüğü için sinemanın önemli mitlerinden biri haline gelmiştir. Bunun için büyüleyicidir.
En romantik
1976'daki filmde sarışını Jessica Lange oynar. İnsanlığın adaya gitmek istemesinin sebebi ise petrol bulmaktır. Güzel Çirkin aşkının en dokunaklı işlendiği filmdir. King Kong modern dünyaya kocaman bir gemiyle getirilir. Finalde Empire State yerine İkiz Kuleler'e tırmanır.
En gerçekçi
2005 yapımı King Kong 1933 yapımı filmin yeniden çevrimi gibidir. Bunun için yine bir film ekibinin ıssız adaya gitmesiyle başlar film. Sarışın kadınımızı Naomi Watts canlandırır. Performans yakalama tekniği sayesinde Kong daha gerçekçidir. İlk film gibi yine dinozorlarla mücadele eder ve yine Empire State'e çıkar...
En büyük
2017 yapımı Kong: Kafatası Adası'nda sarışın kadın olarak Brie Larson vardır. Savaş karşıtı bir fotoğrafçıdır. İnsanların adaya gitme motivasyonu Soğuk Savaş'ın yarattığı rekabet iklimidir. Kong bu filmde hiç şehre gelmez ve hep kendi adasında kalır. Dinozor yerine ise yeraltından çıkan tuhaf ve çirkin bir canavarla kapışır. Ve filmlerdeki en büyük King Kong'tur.