90'larda Sevginin Gücü/Leon'daki 13 yaşındaki Mathilda'yı izleyip işte geleceğin yıldızı bu çocuk olacak diyen kaç kişiydi, bilinmez. Ama onların uzun zamandır öngörülerinin keyfini çıktığı da aşikar. Natalie Portman, Hollywood'un özel oyuncularından biri. Özel olmasını sağlayan da tercihleri... Yıldızı parlayan birçok çocuk oyuncu gibi savrulmadı sağa sola... Kendini yapımcıların elinde para makinesine de dönüştürmedi. Elbet ailesinin yönlendirmesinin etkisi var bunda ama yine de onun tercihleri, kararlılığı ve olgunluğu sayesinde, Hollywood'daki ezici çarklar arasından sağlam çıktı.
Geldiğimiz noktada ABD'lilerin 'taçsız kraliçeleri' olarak gördükleri eski ABD Başkanı John F. Kennedy'nin eşi Jacqueline Kennedy'nin en buhranlı ve travmatik dönemini anlatarak bir ulusu kendinde hayran bırakıyor şu günlerde.
Şilili yönetmen Pablo Larrain ve Kudüs doğumlu Portman ABD'lileri 1963'ün o buhran dolu ve umutsuz günlerine götürüyor. Gölgede kalan, matem ve zarafetin simgesi bir kadının yaşadıklarına daha dikkatli bakmaları gerektiğini anlatıp, boğazlarda düğümlenen hüzünle baş başa bırakıyor.
HEP FARKLI KARAKTERLERDE
O tarihlerde doğmamış oldukları ve ABD'li de olmadıkları için ne 60'ların atmosferini bilen ne de o şoku ve umutsuzluğu çok da algılayan ikili bunu nasıl başardı?
Pablo Larrain'in başarısı başka bir yazı konusu ama Natalie Portman'ın o özel olma hali burada devreye giriyor. Açıkçası Natalie Portman yıllardan beri kendini ağır ateşte pişirdi desek yeridir. Jackie'ye benzemenin ötesinde onunla özdeşleşmesinin sırrı da bu yıllarda gizli.
14'ünde Büyük Hesaplaşma/Heat'de Al Pacino'nun kızı rolündeydi. Çılgın Marslılar'ın güzel ergen kızıydı. Ama çabuk büyüdü. Ona ilk Altın Küre adaylığı getiren Buradan Çok Uzakta filmi önemli bir mihenk noktasıydı... Sonrasında Star Wars evreninde genç bir kraliçe oldu... V For Vendetta'da özgürlük savaşçı, Goya'nın Hayaletleri'nde ünlü ressamın engizisyonda yargılanan ilham perisi, Boleyn Kızı'nın Anne Boleyn'i, Oscar kazandığı Siyah Kuğu'nun dans kraliçesi...
Hepsi farklı türde kadınlar ve de zor roller. Ama Portman hepsinin altından ustalıkla kalktı. Cepten yememek gibi bir huyu var. Karakter çıkarma konusunda ısrarcı... Yaptığı işi iyi yapmak, fark yaratmak gibi de güzel bir takıntısı var. Yani has oyunculardan. Ama oyunculuğa da öyle büyük anlamlar yüklemeyenlerden...
HARVARD PSİKOLOJİ MEZUNU
Nazi soykırımında tanıyamadığı akrabalarını kaybetmenin acısının içini hep sızlattığını saklamadı hiç. Yıllar sonra, yönettiği ilk film A Tale of Love and Darkness'ta da bu acının peşinden gitti. Öte yandan bu durumu hayatında bir mağduriyet öyküsüne de dönüştürmedi.
Yıldız olmak hayatta her şey değil onun için. 13'ünde başlasa da sinema kariyerine, eğitimini aksatmadı. Oyunculuk macerası içerisinde Harvard'da psikoloji okuyup mezun olmayı başarması başka nasıl açıklanabilir?
Bir söyleşisinde de "Akıllı ve donanımlı olmak, film yıldızı olmaktan iyidir" diyerek net tavrını ortaya koydu. Belki de bu tavrı ve okuduğu psikoloji onun canlandırdığı karakterlerini daha iyi anlamasını, daha iyi oynamasını sağlıyor. Şimdiye kadar sinemada pek de derinlikli bir şekilde ele alınmayan Jackie'nin yaşadıklarını yıllar sonra tekrardan böylesi iyi göstermesi de galiba bunun sonucu. Bu sonucun ona ikinci Oscar'ını getireceği de kesin gibi.
Issız Adam'ın ergen hali
KÖTÜ ÇOCUK
Büşra Küçük'ün gençler arasında epey popüler olan romanı Kötü Çocuk'un sinemaya uyarlanmaması pek düşünülemezdi. Yağız Alp Akaydın işte buna soyunuyor. Senaryosunu yazıp yönettiği filmde annesi tarafından büyütülen ve yıllar sonra hiç tanımadığı babasıyla birlikte başka bir şehirde yaşamak durumunda kalan Kayla'nın (Afra Saraçoğlu) hikayesini izliyoruz. Kayla'nın yeni geldiği lisede okulda pek de sevilmeyen 'burslu' çocuklardan karizmatik ve cool görünümlü Meriç'e (Tolga Sarıtaş) âşık olması ve gittikçe ilişkilerinin takıntılı hale gelmesi filmin omurgasını oluşturuyor.
Açıkçası Yağız Alp Akaydın, Kötü Çocuk'tan yerli bir Alacakaranlık çıkartmaya çalışıyor. Ama baştan söyleyelim Alacakaranlık serisinin senaryosu, anlattığı hikayedeki inandırıcılığı ve sinematografisi düşünüldüğünde bu öykünme sadece bir niyetlenme olarak kalıyor. Çünkü film yönetimi, senaryosu, oyunculuklarıyla ancak vasat altı olarak tarif edilebilir.
Gelelim 'kötü çocuk'a... O, Issız Adam, Bir Varmış Bir Yokmuş, Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku filmlerinde gördüğümüz erkek tipinin daha pişmemiş, ergen hali aslında. Mesela sevgilisini sahiplenme konusunda maço ötesi bir tavrı var. "Sen benim kızımsın" diyerek onu sürekli sınırlandırmaya çalışıyor. Gizemli adam rolüne bürünüyor. Ama o gizemin arkasında genelde bir poz çıkıyor. Fakat Kayla vazgeçmiyor ondan... Ana fikir şu: Kızlar kendilerine 'kötü' davranan, gizemli erkekleri sever. Gerçekten öyle mi?
90'larda geyik muhabbetlerine konu olan bu fikrin aşıldığını düşünürdüm. Demek yanılmışım! Bunun için Kötü Çocuk'un göreceği ilgiyi merak ediyorum. Çünkü ilgi, bu fikrin hâlâ varlığını nasıl sürdürdüğünün bir göstergesi olacak.