SNOWDEN: DÜNYANIN EN ÇOK ARANAN ADAMI/SNOWDEN
CIA için çalışan Edward Snowden'ın 2013'teki, tarihteki en büyük sızıntı olarak nitelendirilen ifşasını daha önce Laura Poitras'in Oscar ödüllü Citizenfour belgeselinde izlemiştik. Belgeselde Snowden terör bahanesiyle ABD'nin dünyadaki herkesi nasıl dinlediğini, gözetlediğini anlatıyordu.
Usta yönetmen Oliver Stone ise Snowden: Dünyanın En Çok Aranan Adamı filminde, Snowden'ın bir vatanperverken kimine göre 'vatan haini' kimine göre 'özgürlük savaşçısı'na dönüşmesi üzerinden, bu dinleme ve gözetleme mekanizmasını CIA'in nasıl kullandığını ele alıyor.
Stone önce, dedesi general, babası asker olan Snowden'ın ABD'nin dünyadaki hükümdarlığına katkı sağlamak için CIA'e girdiğini gösterirken onun bu dinleme sisteminin amacını öğrendikten sonra bireysel bir tercihte bulunup bu sistemi ifşasını tane tane gösteriyor. Tabii Snowden'ın bunu yapması hiç de kolay olmamış. Stone titizlikle onun geçirdiği ruhsal ve fikirsel değişimi iyi bir şekilde işliyor.
İşte bu işleme sürecinde film bize ABD'nin ve CIA'in kirli çamaşırlarını örnekleriyle açıklıyor. Sadece insanlar mı? Ülkeleri de dize getirmek için türlü numaralar yapılıyor. Mesela filmden öğreniyoruz ki, ABD'nin çıkarlarına hizmet etmeyen bir ülkenin komple elektriğini kesmesi, bir tuşluk iş.
Herkesin bir açığı vardır, onu bul ve o kurumu, insanı, ülkeyi şantajla ABD çıkarlarının hizmetkarı haline getir. İşte 11 Eylül sonrasında terörle mücadele kapsamında, yasalara aykırı bir şekilde yapılan dinleme ve gözetlemelerin amacı bu hale gelmiş. Filmde Hintli bir iş adamının yaşadıkları üzerinden net bir şekilde bunu öğreniyoruz. Ama asıl ABD'ler için vurucu olan ülkelerinin kendi halkına güvenmemesi... Zaten hem Snowden'ı hem de Oliver Stone'u çileden çıkaran bu. Örneğin Rusya'da 1.5 milyar e-posta gün be gün kayıt edilirken ABD'de bu rakam 3 milyar...
İSTANBUL'A ÖZEL BİR ATIF VAR
Peki 11 Eylül'den sonra ABD neden böylesi bir yola girdi? Bize hep söylenen terör tehditiydi. Ama Stone'a göre terörle mücadele işin kılıfı... Gözetleme sistemi kurulurken CIA'in üst düzey yetkilisi Corbin O'Brian'ın ağzından da bunu öğreniyoruz. O'Brian meselenin terör olmadığını anlattıktan sonra Berlin, Londra ve İstanbul'un takip edilmesi gereken önemli merkezler olduğu vurgusu yapıyor. Bir ABD'li yönetmenin böylesi önemli bir konuda İstanbul'u zikretmesi bir tesadüf olabilir mi, siz karar verin.
Politik kişiliklere özel ilgisi olan ve biyografi filmleri konusunda neredeyse bir uzmana dönüşen Oliver Stone, sansasyonel bir kişilik üzerinden ABD'nin özgürlükler ülkesi olmadığını filmiyle ifşa ederken son yıllardaki en iyi ve iddialı filmini çekiyor. Dijital dünya ile bir ilişkiniz varsa kaçırmayın deriz...
Bi gülüp gelcem!
ÇALGI ÇENGİ: İKİMİZ
Murat Cemcir-Ahmet Kural'a ikili dense de aslında onlar üçlü. Bir de görünmeyen adam Şelçuk Aydemir var! Çalgı Cengi işte bu üçlünün sinema yapma aşkıyla ortaya koydukları bir filmdi. Herşey Çok Güzel Olacak, İnşaat ile akraba olan film, iki müzisyenin tesadüfen mafyanın eline düşmesiyle yaşadıklarını, hayatın içinden naif ve doğal bir absürt komediyle anlatıyordu.
Üçlü yollarına Düğün Dernek serisiyle devam ettikten altı yıl sonra Çalgı Çengi dünyasına dönüyor. Bu sefer iki müzisyen mafyadan çıkmaya çalışıyor.
İlk film gibi bir naiflik yok, komedi daha çok, yapay kalan, klipvari absürt sahneler üzerinden gelişiyor. Bunun sebebi anlatılan hikayenin inandırıcılık konusunda ilkine göre sorunlu olması. Daha doğrusu senaryonun düğüm noktalarının ikna edici olamaması. Bunun için film absürt sahnelere yükleniyor, bu sahneler de taşıyıcı görevi görüyor.
Aslında bu film Çalgı Çengi görünümlü bir Düğün Dernek komedisi. İki ayrı dünyanın komedisi harmanlanmak istenmiş ama bu harmanda Düğün Dernek'in bariz ağırlığı var. Bunun için Düğün Dernek serisinden hoşlanıyorsanız sorun yok, üçlü, komedi konusunda genel olarak beklentileri karşılıyor.
Ama öte yandan yetenekli bir ekip olduğunu düşündüğümüz üçlünün, bu filmle yeni beklentiler yaratmasını da beklerdik, bu konuda başarılı olduklarını söylemekse zor.