AŞIKLAR ŞEHRİ/LA LA LAND
Bütün değerlerin hızlı ya da yavaş ama bir bir aşındığı şu zamanda Aşıklar Şehri/La La Land bize öyle bir yerden sesleniyor ki, bu sesin yüreğinize dokunmaması imkansız... Caz müzisyeni olmak isteyen Sebastian (Ryan Gosling) ile oyuncu olmak isteyen Mia'nın (Emma Stone), rutin olan her şeyin dışına çıkıp yaşadıkları danslı, müzikli, coşkulu, hüzünlü, eşitlikçi dopdolu ama bir o kadar da naif aşk hikayesi, post modern zamanların aşındırdığı o değerlere, kaybedilen zamana bir güzellemeye dönüşüyor. Ama film bunu şimdiki zamanın içinden direne direne yapıyor. Sebastian ve Mia, post modern zamanların yel değirmenlerine karşı kafa tutan Don Kişot gibiler... Şimdiki zamanın başarıyı, aşkı, ilişkileri, romantizmi, müziği hatta sinemayı nasıl metalaştırdığını ve bunun insanların, tutkuların, hayallerin üzerinde nasıl baskı kurduğunu öyle bir duyumsatıyorlar ki onların naifliğine, romantikliğine kayıtsız kalamıyorsunuz... Hepimiz gibi hayalleri var onların, hayal kırıklığı yaşasalar da bu hayallerinden vazgeçmenin eşiğine gelseler de birbirlerinden güç alıp yeniden o metalaşan her şeyin karşısına dikiliyorlar... Şimdiki zamanın sıkıcılığına, hızına, tüketim kültürüne zarifçe ama esaslı bir şekilde meydan okuyorlar. Whiplash'le tanıdığımız genç yönetmen Damien Chazelle, duygusal dünyamızdaki bam teline, incelikli bir şekilde dokunurken, bir başyapıt ortaya koyuyor. Filmin hesapsız, kitapsızlığı da bu incelikte saklı... Müzikten sinemaya klişeler yerine, klasiklere sırtını dayıyor. Ama orada kalmıyor, o klasiklerin yarattığı anlamın, anlatının üzerine bugünden bir tuğla koyuyor. Bildiğimiz anlamda bir müzikal, bir romantik film değil, sadece geçmiş zamana ağıt da değil Aşıklar Şehri. Ama aynı zamanda hepsi. Şablon romantizmi yerine aşkı yücelten, müzikal yerine müziğe değer veren, içi boş büyük sözler söylemek yerine naifçe ama güçlü ve gerçek cümleler kuran bir film... Muhteşem bir açılış sahnesiyle başlayan, müziğin, Ryan Goslign, Emma Stone gibi başrolde olduğu, sanat yönetiminden görüntü yönetimine, kurgusuna kadar son derece başarılı, film gibi film Aşıklar Şehri. 2016'ın en iyilerinden... Şu sıkıntılı zamanlarda kendinize bir iyilik yapıp bu filme gidin... Şahsen gönlümüzün Oscar'ını hak ede ede alıyor. Ama kanaatimce bu yıl Oscar'ı kazanması hiç sürpriz olmayacak. Ama Oscar'ın ötesinde 2010'ların özel filmlerinden biri olarak adı hep anılacak.
DİKKAT ÇEKELİM
*Koskoca bir galaksiye umut olmuştu... Prenses Leia gücün iyi tarafının yeniden ortaya çıkmasını sağladı. O artık yok ama güç Carrie Fisher ile biliyoruz!
*Yılı bitirirken dünya çapında 2016'nın en çok hasılat yapan filmleri de ortaya çıkmış oldu. İlk sırada 1.150 milyar dolarla Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı var.
*Mustang ile uluslararası alanda iyi bir çıkış yapan Deniz Gamze Ergüven, Hollywood'da çekeceği Kings adlı filmde Amerika'daki ırkçılığı anlatacak. Başrolde de Halle Berry ve Daniel Craig var.
HOLLYWOOD'UN YENİ FENOMEN ÇİFTİ
Kazablanka'da Humphrey Bogart- Ingrid Bergman, Bonnie ve Clyde'da Warren Beatty-Faye Dunaway, Sevginin Bağladıkları ve Mesajınız Var'da Meg Ryan-Tom Hanks, Özel Bir Kadın'da Richard Gere-Julia Robert, Titanic'te Kate Winslet-Leonardo DiCaprio... Sinemanın özel ikilileri olarak aklımıza kazındılar. Emma Stone ile Ryan Gosling arasında, bu özel ikililerin arasına dahil edilebilecek bir kimya var. Daha önce Çılgın Aptal Aşk'ta aynı filmde oynayan ikili, Aşıklar Şehri sonrasında Hollywood'un yeni fenomen çitflerinden biri olarak gösteriliyor. Bakalım onları önümüzdeki yıllarda hangi filmlerde bir arada göreceğiz?
BEN, DANIEL BLAKE
İNGİLTERE'NİN HAL-İ PÜR MELALİ
Usta İngiliz yönetmen Ken Loach, 80 yaşında ama bırakın havlu atmayı hâlâ şahane filmler çekebiliyor. Belki omurgası sağlam olduğu belki de muhalifliğinin onu her daim diri tuttuğu içindir, bilinmez. Cannes'da Altın Palmiye alan Ben, Daniel Blake'de İngiltere'de marangozluk yapan ama kalp krizi geçirince çalışamaz duruma gelen bir adamın kapitalist sistemle, bürokrasiyle öfke dolu mücadelesini anlatıyor özet olarak. İngiltere'de sistemin insan için çalışmadığının net bir sinemasal örneği film. Sistemin dışına itilenin nasıl yok sayıldığının örneği. Sosyal devlet anlayışının İngiltere'de çöküşünün resmi... Bütün bunları sinemadan taviz vermeden yapıyor usta sinemacı. Haftanın kaçırılmayacaklarından biri ve tabii yılın da en iyilerinden...
ÇİN SEDDİ/ THE GREAT WALL
Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Çin Seddi'nin bize Moğol ve Türk akınlarından korunmak için inşa edildiği anlatıldı hep. Yani öyle öğrendik. Ama kimi efsaneler de varmış bu konuyla ilgili. Yönetmen Zhang Yimou bu efsanelerden birini anlatıyor bize sinemada. Çin Seddi'nin bir meteorla serbest kalan Tao Tei yaratıklarından korunmak için yapıldığını savlıyor. Tao Tei'lerin ve Çin'de bulunan karabarutu ele geçirmek isteyen iki Batılı paralı askerin aç gözlülüğü üzerinden anlatılan bu efsane üzerinden film, Çin'in tarihini, kültürünü, değerlerini yücelten görkemli bir aksiyon ve maceraya dönüşüyor. Batılıların aç gözlüğünü eleştiren ama son tahlilde bu aç gözlülüğün terbiye edilebileceğini de anlatan, tematik olarak Son Samuray'a göz kırpan Çin Seddi, Yimou'nun enfes kadrajlarıyla ve etkili sinematografiyle göz dolduran bir yapım... Lakin kafamıza takılan şu: Bu Tao Tei yaratıkları üzerinden Türklere bir gönderme yapılıp yapılmadığı? Filmde buna dair bir ibare yok. Ama ortada tarihsel gerçekler var. Yine de bizce durumdan vazife çıkartıp gereksiz yere alınganlık göstermeye gerek yok!