Florence filminin tanıtımında 'inanılmaz bir gerçek hikaye' yazıyor. Doğrusu isterseniz izleyince bu cümlenin ne kadar isabetli bir seçim olduğunu anlıyorsunuz. Çünkü Meryl Streep'in canlandırdığı şarkıcı Florence Foster Jenkins'in, film sayesinde yaşadıklarını öğrenince bunlar gerçekten yaşanmış olamaz diyorsunuz.
Zengin, sanatsever, müzisyen dostu biriyken sesinin iyi olduğunu düşünüp (oysa berbat ötesi olarak tarif ediliyor) opera şarkıcısı olmak isteyen ve şarkılar söyleyen, kayıtlar yapan hatta New York'ta Carnegie Hall'a çıkan biri o. Belki de 2. Dünya Savaşı yıllarının bir tuhaflığı, Florence Foster Jenkins! Müzik tarihinin tartışmalı kişiliklerinden biri. Kimine göre dünyanın en kötü sesli opera şarkıcısı, kimine göre zenginliğin getirdiği özgüvenle her şeyi yapabileceğini düşünen kibir abidesi, kimine göreyse müziği çok seven ve kendini ortaya koymaya çalışan basit biri...
Usta yönetmen Stephen Frears, böylesi tartışmalı bir kişiliğe tarafsız ama sempatiyle yaklaşarak onun yaşadıklarını anlatıyor Florence'da. Ama dediğim gibi yaşananlar inanılır gibi değil.
Aslında iyi bir piyanist olan ama geçirdiği kaza sonrası artık tuşlara basamayan Florence Foster Jenkins bir müzik hamisi olarak sanat ortamlarının etkili bir ismi iken şarkı söylemeyi düşünmeseydi elbet onunla ilgili herkes farklı düşünebilir, tarih de başka türlü akardı. Ama istiyor ve onun mutlu olmasını isteyen kocası Clair Bayfield (Hugh Grant) rüşvetler vererek, gücünü kullanarak Florence'ın o basit gerçekle, yeteneksiz olduğu gerçeğiyle yüzleşmesini önlüyor. Ama Florence alkışlar aldıkça iyice hırslanıyor ve Bayfield onun çevresinde yalanlarla örülü kocaman bir duvar örmek zorunda kalıyor. Tabii günün birinde biri çıkıp o duvarı yıkıyor.
Frears, 1940'ların New York'unun atmosferini iyi kurup zekice bir komedi ortaya koyarken nazikçe bu yalan dünyayı kuran Bayfield'i ve onun riyakar işbirlikçilerini hedef tahtasına oturtuyor. Hani Florence kendi yetersizliğini göremedi ama bu yaşananlarda başka kimsenin suçu yok mu demeye getiriyor.
Meryl Streep alışıla geldiği gibi performansıyla yine şapkadan tavşan çıkartıp Altın Küre adaylığından sonra Oscar adaylığına da göz kırpıyor. Ama yalnız o değil Hugh Grant da en az Streep kadar iyi oynuyor.
Kulaklarınızın biraz pası silinecek (!) belki ama usta yönetmenden zekice ve yerinde bir taşlama iyi gelecektir. Hem de vasatlığın baş tacı edildiği, 'ben yaptım oldu işte' tavrının alkış aldığı şu zamanda...
İyi ki o uyuyakalıp o mülakata gitmemiş
Nedir bu kadının sırrı diyesi geliyor insanın. Elini attığı her rolün üstesinden gelmekle kalmıyor, fark da yaratıyor. Kendi kuşağından birçok isim havlu atmasına rağmen Meryl Streep her zaman bizi şaşırtmaya devam ediyor. 19 Oscar adaylığı bulunan ve üç kere kazanan Streep bu yıl da muhtemel Oscar adaylığı kapacak Florence'daki performansıyla. Hak etmiyor mu peki derseniz, ediyor tabii.
Açıkçası oynadığı her rol onun elinden hafızamıza kazınacak kadar güçlü çıkıyor. Gerçek karakterleri oynama konusundaysa ise üstün bir yetisi var. Bu yıl Diren!'de feminist aktivist Emmeline Pankhurst olarak izledik kendisini, rolü kısaydı belki ama yine olağanüstüydü. Demir Leydi'de Margaret Thatcher'ı onun dışında kim bu kadar iyi oynayabilirdi. Vogue'un efsanevi editörü Anna Wintour'dan feyz aldığı Şeytan Marka Giyer'deki Miranda Priestly'i unutan var mı?
Günümüzün sinema dünyasındaki en etkili 10 kişi kim derseniz. Streep ilk ona girer...
Liseyi bitirince hukukçu olmak isteyen ama uyuya kaldığı için mülakata gidemeyip oyuncu olarak hayatına devam eden Meryl Streep için şunu söylemek lazım. İyi ki o gün uyuya kalmış yoksa biz böylesi güçlü bir oyuncudan mahrum kalacaktık!
Oyundan al heyecanı!
Warcraft zamanında yazmıştım, oyunlarda başrolde siz varsınız. Seçtiğiniz karakterin tüm kontrolü sizde. Ama oyunların sinema uyarlamarında durum farklı. Siz seyirci koltuğuna geçiyorsunuz ve edilgensiniz. Bunun için uyarlamalardan beklenen, oyunun atmosferini sinemada tekrar yaratabilmek ve bu atmosfer içinde izlenebilir bir hikaye atlatmak!
Macbeth'i bir macera haline getiren Justin Kurzel, namlı oyunun uyarlaması Assassin's Creed'de yine Michael Fassbender ve Marion Cotillard ile çalışıyor. Kurzel oyunun atmosferini yaratıyor ama filmin hikaye kısmı zorlama. Daha doğrusu hikaye ne fantastik ne de ayakları yere basıyor. Mücadele iki hastalıklı grup arasında geçiyor. İyi yönetilmesine, etkili aksiyon sahnelerinin kotarılmasına rağmen tuhaf ve zorlama hikayesi nedeniyle Assassin's Creed, Warcraft'ın gerisine düşen bir uyarlama.
SİNE-TORTU
Dünyada aksiyon bizde romantik dram vardı
Yıl sonu geldiği zaman adettendir yıl değerlendirmesi yapılır. O zaman başlayalım...
Hollywood'un aksiyon ve maceraya teslim olma hali devam etti. Süper kahramanlar yine başroldeydi. Fakat süper kahramanların artık kahramanlıkları da sorgulanır oldu. Kişisel hikayeler, dramlar yine bu büyük ana akım filmler karşısında güç kaybetti. Avrupa sinemasında dramlar ön plandaydı. Sistem eleştirileri, az da olsa mülteci meselesine el atan yapımlar vardı. Ama bireysel çıkışsızlıklar sanki ana temaydı...
Türkiye'deyse komedi üretimi ağırlıktaydı. Ama sulu sepken komedilerin seyircide pek de karşılığı olmadığı daha iyi anlaşıldı. Romantik dramlar daha ön plana çıktı.
Popüler filmlerin bile beklenen etkiyi yapamadığı bir yıl geçirdik. Seyirci rakamları düştü. Bunda hem dağıtım tekelinin ortaya çıkardığı yapısal problemlerin hem de Türkiye'deki ağır gündemin etkisi vardı.
Arzu Okay, sinemayı bıraktıktan yıllar sonra bir bağımsız filmde Görkem Yeltan'ın Yemekteydik ve Karar Verdim'inde tekrar beyazperdeye döndü. Yılın hoş sürprizlerinden biri oldu.
Ayrımcılık tartışmalarının gölgesinde geçen Oscar töreni, tüm dünyada Leonardo DiCaprio sonunda o heykelciği alacak mı almayacak mı heyecanına indirgendi. DiCaprio Oscar aldı hepimiz rahatladık...
Gelen eleştiriler üzerine Oscar'ı dağıtan Amerikan Film Akademisi üyelik yapısını gözden geçirdi. Nuri Bilge Ceylan ile Mustang filminin yönetmeni Deniz Gamze Ergüven'i üyeleri arasına kattı.
Yeşilçam'ın son temsilcilerinden Türker İnanoğlu, kurduğu ve kurumsallaştırdığı Erler Film'in 60 yıllık arşivini internete taşıdı. Bu hamlesi önemli bir çıkıştı.
Reha Erdem'in Koca Dünya ile Venedik'ten Jüri Özel Ödülü alması, Mehmet Can Mertoğlu'nun Albüm filminin Cannes'da yarışması, Saraybosna Film Festivali'nde En İyi Film Ödülü alması ve Mustafa Kara'nın Kalandar Soğuğu'nun 10. Asya Pasifik Sinema Ödülleri'nde En İyi Film seçilmesi Türk sinemasının bu yılki uluslararası alandaki en önemli başarılarıydı.
Sinemamıza yeni bir yönetmen kuşağı geldi. Kıvanç Sezer (Babamın Kanatları), Ahu Öztürk (Toz Bezi), Senem Tüzen (Ana Yurdu), Mehmet Can Mertoğlu (Albüm), Ümit Köreken (Mavi Bisiklet) öne çıkan sinemacılardı.
En İyi 10 Yabancı Film
?1) Spotligh
2) Soul'un Oğlu
3) Carol
4) Denizdeki Ateş
5) Hz. Muhammed: Allah'ın Elçisi
6) Gece Hayvanları
7) Mezuniyet
8) The Hateful Eight
9) Rogue One: Star Wars Hikayesi
10) Kaptan Fantastik
En İyi 10 Yerli Film
1) Tereddüt
2) Ana Yurdu
3) Babamın Kanatları
4) Rüzgarda Salınan Nilüfer
5) Mavi Bisiklet
6) Toz Bezi
7) Kasap Havası
8) Kalandar Soğuğu
9) Albüm
10) Rüya