Konyaaltı sahili bugün Antalya ve Antalyalıların olduğu kadar ülkemizin ve tüm insanlığın ortak mirası sayılabilecek bir sahilimiz oldu. Eski çağlardan günümüze kadar Büyük İskender gibi birçok hükümdarın gelip geçtiği bu sahilde, Konyaaltı adında yepyeni bir kent ortaya çıktı. Sahilin hemen ortasında Olbia antik kenti, Antalya kurulmadan önce dağlık bölgede yaşayan Termessosluların da kullandığı bir limandı. Günümüzde turizm sektörü ile Konyaaltı, sadece kent sakinlerine değil Antalya'ya tatile gelen herkese, tüm dünya insanına hizmet vermeye başladı ve Konyaaltı'nın kendine özgü çakıl kumsalından, çividi mavisi denizinden artık her yıl milyonlarca insan yararlanıyor.
BİR TABLO GİBİ
Konyaaltı, çakıllı plajı, temiz denizi ve arkasında yükselen tepeleri, karlı Beydağları ile günün her saatinde renkten renge giren bir tablo gibidir. Yaz ayları gelince, bunaltıcı sıcaklar başlar. Bu sıcaklardan kurtulmak için Antalya halkı, yüzyıllar boyu yakın yaylalara, özellikle Elmalı ve Korkuteli gibi yerleşim yerlerine göç etmiş; sıcakların sona erdiği Eylül ayı sonlarında ise evlerine geri dönmüşlerdir. Eskilerin anlattığına göre yaz aylarında Antalya'da birkaç memur dışında hiçbir kimse kalmazmış. Hatta Valilik bile Elmalı'ya, Korkuteli'ye, o zamanki adıyla İstanaz'a taşınırmış. Şimdi Konyaaltı denilince, Konyaaltı varyantından başlayıp, Antalya Limanı'na kadar uzayan sahil kastedilmektedir. Eskiden bu varyantın başında Dede Kayası denilen bir kaya vardı. Tatar arabaları ile Konyaaltı'na pikniğe giden ailelerin hanımları muhakkak burada iner, Dede Kayası'na bir çaput bağlar dilekte bulunurdu. Bir de Antalyalıların besledikleri atlarla ekim ayında başlayarak 1960'lı yılların ortalarına kadar sahilin başladığı alanda, her pazar at yarışları yapılırdı. Şubat- Mart aylarında her cuma bu alanda Yörük aşiret ağaları, develerini güreştirirlerdi. 1980'li yıllara kadar Konyaaltı sahili, 5 bölüme ayrılırdı. Şimdiki Dumlupınar Bulvarı'ndan plaja inip sağa kıvrılınca bir çay vardır. Bu, I. Arapsuyu'dur. Yıkılan yüzme havuzunun yanından akan su, II. Arapsuyu'dur. Biraz ileride Boğaçayı ve bugün Kadınlar Plajı'nın olduğu Sarısu gelir. Eskiden falezlerin sona erdiği, Konyaaltı varyantından I. Arapsuyu'na kadar olan 1-2 kilometrelik bölüme Konyaaltı denirdi.
KONYAALTI YOLU
1940'lı yıllara kadar Konyaaltı'nın yalnız adı vardı. Bugün yaya olarak 20-25 dakikada gidebildiğimiz Konyaaltı Plajı, Antalya'ya üç kilometre uzaklıkta olmasına rağmen, oraya gidip gelen hemen hemen hiç kimse yoktu. Eskiden Hastaneüstü denilen bugünkü Yavuz Özcan Parkı'ndan ilerisi Antalyalılar için adeta bir bilinmezdi. Bu mevkiden sonra kayalıklar, çalılıklar, fundalıklar arasından geçen bir patika yolda korkmadan ilerlemek bir cesaret işi idi. Ayrıca o yollarda çakallar, kurtlar vardı. Herkes korkar, gitmeye cesaret edemezdi. Tarık Akıltopu bir anısını şöyle aktarıyor: "Ben lisedeyken, lise binasının önünde ağaçtan bir Tören Takı yapıldı. Tören takını mersin ağaçlarıyla süslemek için Lise idaresi öğrencilerden mersin dalı getirmelerini isterdi. Biz de 5-10 talebe urganları omzumuza atar, tahraları, bıçakları elimize alır Konyaaltı'na doğru patika yollardan giderdik. Şimdiki Meltem Mahallesi'nin olduğu yerlerden kurt ulumaları gelir, korkardık. Yokuştan aşağı inip, kayaların arasındaki mağaralara ulaşırdık. Tatlı suyla dolu olan bu mağaraların içi tamamen mersin dallarıyla örtülüydü."
KONYAALTI ADI NEREDEN GELİYOR?
Bu plajın adının nereden geldiği konusunda bazı varsayımlar üzerinde durulmuş; örneğin plaj yerinin Antalya Falezleri'nin altında yer aldığından dolayı 'Koyaltı' dendiği, daha sonra bu isim halk arasında Konyaaltı'na dönüştüğü şeklinde açıklamalar getirilmiştir. Antalyamızın yetiştirdiği önemli insanlardan biri olan Avukat ve Antalya eski Milletvekili Adnan Selekler'in bana yaptığı açıklamada; "Cumhuriyet'ten önce Konya Vilayeti'ne bağlı Antalya'da askere sevk edilmek üzere çağırılan askerlerin önce bugünkü Meltem Mahallesi'nin kuzeyindeki bir alanda toplandığını ve bu alanın tapu kayıtlarında 'KonyaÜstü' olarak geçtiğini; dolayısıyla Hastaneüstü, Hapishaneüstü, Kepezaltı gibi mevki isimlerinin sık sık kullanıldığı Antalya'da, 'Konya-Üstü' mevkiinin alt kısmına da 'Konya-Altı' denmesinin buradan kaynaklandığını" söylemişti.
GÜVERCİNLİK MAĞARASI
23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul'da doğan ünlü edebiyatçılarımızdan Ahmet Hamdi Tanpınar, babasının görevi gereği 1916 yılının sonbaharında Antalya'ya geldi. Antalya Sultanisi'nde (Lise) öğrenimine devam eden Ahmet Hamdi Tanpınar, o günlere dair anılarını 'Antalyalı genç kıza mektup' ve 'Huzur' romanında anlatmıştır. Tanpınar yazılarında, şiiri ve edebiyatı sevmesinde Antalya'da geçirdiği güzel günlerin büyük katkısı olduğundan sık sık söz eder. Bunları anlatırken de o günlerin Antalyasından bize bazı tablolar sunar. Ahmet Hamdi Tanpınar, Antalya-Konyaaltı arasındaki kayalıklarda, o günlerde hissettiklerini şöyle anlatır: "Bir gün arkadaşları onu Güvercinlik'e götürdüler. Bu Hastaneüstü ile Konyaaltı arasında, şehirden epeyce uzak bir yerde bir deniz mağarası idi. Bir müddet deniz boyunca yürümüşler, sonra kayaların arasına sapmışlar, nihayet bir oyuktan yeraltına girmeye başlamışlardı. Elleri ve dizkapakları yara ve yırtık içinde kalmasına rağmen, bu, koyu tirşe ile nefti arasında değişen aydınlık Mümtaz'ı çıldırtmıştı. Denizin oyduğu kaya parçası içinde, dalgalar çekildiği zaman durgun, az derin, dibindeki balıklar, kaya kenarlarındaki yengeç ve böcekler görünecek kadar berrak sulu, son derecede tabiiye benzer yapılmış rokay bir havuza benzeyen bir gölceğiz, ortasındaki küçük taş parçası adasıyla kalıyordu. Dalga çarpıp mağaranın ağzını örttüğü zaman her taraf yemyeşil oluyordu. Sonra garip, adeta toprak altından gelen bir yığın gürültü ile su boşalıyor, etraf güneşli denizin gönderdiği akislerle aydınlanıyordu. O gün Mümtaz, kısa pantolonuyla, iki eli çenesinin yanında, çömeldiği bir taşın üstünden saatlerce, hiç konuşmadan bu ışık gölge oyununu seyretti." Ahmet Hamdi Tanpınar'ın büyük bir duygu yükü ile anlattığı Antalya'daki Güvercinlik Mağarası, bugün Konyaaltı yolu üzerindeki Atatürk Parkı'nın altında kaderine terkedilmiş; günün birinde Antalya'nın yöneticileri ve doğa severler tarafından yeniden keşfedilmeyi bekliyor.