Cari açık bir ülkenin ürettiğinden fazla harcaması anlamına gelir. Ürettiğinizden fazla yaptığınız bu harcamayı diğer ülkelerden borçlanarak karşılarsınız.
Gelelim ürettiğinizden fazla harcadığınız paranın niteliğine... Bu harcama, tüketim için de yapılabilir, yatırım için de. Eğer ürettiğinizden fazla harcamayı kazançlı yatırımlar için yapıyorsanız, borçlarınızı ödersiniz. Yok eğer bu harcamayı ancak uzun sürede geri dönüşü olabilen kamu yatırımlarında ya da bütçe açığını kapatmada kullanıyorsanız, dışarıdan bunun için borçlanıyorsanız, işte o zaman cari açık mutlaka sorun olur. Çünkü politikacı ve bürokratlar bu açığı iyi yönetmez.
Gelelim Türkiye'nin cari açığına... Türkiye'nin bu yılın ilk dört aylık 29.6 milyar dolar tutan cari açığı, kamu harcamalarının finanse edilmesi sonucunda ortaya çıkmadı. Devlet bütçesi son beş ayda açık vermiyor ki, dışarıdan borçlanmalar bunun için kullanılsın. Üstelik devletin kısa vadeli dış borcu da oldukça düşük, 4.3 milyar dolar seviyesinde bulunuyor. Bu borcu devlet hiç zorlanmadan ödeyebilir.
Peki cari açık yok mu? Var. O halde bu cari açık kamunun değilse kimin cari açığı? Özel sektörün cari açığı... Yani Türkiye'nin cari açığı, bizim özel sektörün ürettiğinden fazla harcamasından kaynaklanıyor. Özel sektör, siyasiler ve bürokratlar gibi değildir...
Özel sektör, yatırımını, tüketimini iyi yönetecek beceriye sahiptir. Çünkü daha verimli çalışır ve tüm sorumluluğun kendi üzerinde olduğunu bildiği için de parasına şahin kesilir ve işinde iyi bir izleme yapar. Dolayısıyla özel sektörün hesapsız bir borçlanmaya girmeyeceği varsayılır. Nitekim öyle oluyor ve özel sektörün borcunun bir kısmı, yurtdışında kendisine ait paraların kendi şirketine borç verilmesi yöntemiyle oluşturuluyor. Daha az vergi ödemek için bu yol tercih ediliyor. Borcun diğer kısmı ise dünyada para hâlâ ucuz olduğu için alınıyor. Bu gerçeği bilince de, özel sektöre ait olan cari açığın pek büyük bir risk olmayacağı düşünülüyor.
Gelelim cari açığın nasıl kapatılacağına... Cari açığın diğer bir tarifi de tasarruf - yatırım farkı olmasıdır. İç tasarruflar arttığı takdirde, dışarıdan yatırım için borçlanmaya gerek olmaz. Bu nedenle de tüketimi kısmak için faizlerin artırılması düşünülür. Oysa faizlerle tasarruflar arasındaki ilişki sanıldığı gibi kuvvetli değildir. Çünkü insanlar sürekli gelirlerine göre harcama yapar, ancak düzensiz gelirlerini tasarruf ederler. Bu nedenle faiz artışı yapmak, tasarrufu artırmak yerine, Türkiye'ye mevcut küresel ortamda daha fazla sıcak para girmesine neden olabilir.
Kaldı ki tasarrufları artırmanın cari açığı kapatacağı söylemi de pek doğru değildir. Çünkü Japonya'da tasarrufların milli gelire oranı yüzde 0.5 hatta 2011'de 1.3 oranında eksiye gideceği tahmin ediliyor. Çünkü yaşlanan nüfus birikimlerinden harcıyor. Oysa Japonya 177 milyar dolar cari işlemler fazlası veriyor. Demek ki cari açık tasarrufla pek ilgili değil.
Keza Almanya'da da tasarrufların milli gelire oranı yüzde 11.3. Yani Türkiye'nin tasarruf oranı olan yüzde 13.4'ten geride. Buna karşın Almanya 189 milyar dolar cari işlemler fazlası veriyor. Anlayacağınız "Faizi artırıp tüketimi azaltırım ve tasarrufu çoğaltırım. Böylece cari açığı kapatırım" hesabıyla davranmak, ekonomiyi yanlışa götürür.
O halde ne yapmalı? Cari açığı kapatmak için ithal malların pahalı hale gelmesi, ülke içinde dış ticarete konu mal ve hizmet üretiminin çoğalması ve ihracatın rekabet gücü kazanması şart. İşte bunun için Türk parasının aşırı değeri alınmalı.
Halen Türk parası, tüketici fiyatları temel alındığında yüzde 17 aşırı değerli. Dolayısıyla Türk parasının fiyatı, temel para birimi dolar karşısında bir lira 60 kuruşun altına gerilememeli. İşte bu nedenle, faiz lobisinin ısrar ettiği faiz artırımından kesinlikle uzak durmak gerekiyor. Sıcak paracılar için Türkiye'nin cazibesini azaltmakta, hatta Türkiye'den sıcak paranın çıkışına destek vermekte büyük fayda var.