Medyamız sağ olsun bu defa beni yanılttı ve Küçük Ece cinayetinin üzerine gitti.. Manşetler, köşe yazıları, televizyon programları.. Ama genelde hep ayni yanılgı.. Şartlanmış kafaları değiştirmek zor..
Efendim, açık ihmalleri ile Ece'nin ölümüne sebep olan kaptan ve iki gemici neden tutuksuz yargılanıyorlarmış?. Meselemiz bu oluverdi, birden..
Birincisi.. Kafalarımız hala "Hukuk"un temel ilkesini, özünü ruhunu almıyor, almak istemiyor.. Şartlanmışız çünkü..
"Sanıklar ikiye ayrılır.. Bizimkiler ve onlarınkiler.. Masumiyet karinesi sadece bizimkiler için geçerlidir. Ötekiler, yargı, margı beklenmeden infaz edilmeli.."
İkincisi.. Ece'nin ölümünden gerçekten o kaptan ve iki gemici mi suçlu?. Ne kadar kolay, Ece'nin içinde bulunduğu arabayı son anda içeri almaya çalışan gemici ile, araba daha yerleşmeden ve kapak tam kapanmadan gemiyi hareket ettiren kaptanı suçlamak.. Görüntü aynen o çünkü..
Ama insaf edin. Siz gazetecisiniz.. O görüntünün bir gıdım altına inmeniz, tabloyu bütünü ile görüp, kamuoyunu aydınlatmayı düşünmeniz gerekmez mi?.
Nerde o gazetecilik.. Ajanstan gelen haberi aynen koyarken bile okuma zahmetine katlanmıyorlar.
Hürriyet dahil, gazetelerin hemen hepsinde ayni ajans haberi var. Kaptan diyor ki.. "İki yıldan bu yana bu geminin süvarisiyim. Yanıma bir gemi yanaştı. Yanaşan geminin çıkarttığı sesi ben neta zannederek öbür tarafa yöneldim. Gemimi hareket ettirdim."
Yani bu haberi okuyan herkes bu ülkede "Neta"nın ne olduğunu bilir.. O haberi elden geçiren muhabir, altına imza koyan şef, haberi sayfaya yerleştiren editör biliyorsa, kafamı keserim.. Neta, özel bir denizcilik terimi çünkü.. Haberi her gazetede okuyup, hiç birinde bir satır, parantez içinde de olsa açıklama görmeyince, kendim araştırdım..
Neta, "Temiz, emniyetli, güvenilir" demekmiş denizcilik dilinde.. Yani yanaşan bir başka gemiden gelen düdük sesini, kendisi için çalınan "Neta" düdüğü sanmış kaptan ve hareket etmiş.. Google devrinde bunu bulmam, 30 saniye sürdü.
"30 saniyelik emeği esirgiyorlar" demiyorum. Merak etmiyorlar.. "Neta" lafı umurlarında değil. Tak fişi, bitir işi.. Nasılsa hesap soran yok..
Bu hatayı 50 yıl önce biz yapsak, Genel Yayın Müdürümüz Cihat Baban gazeteyi başımıza geçirirdi, "Nedir ulan neta?. Nerden bilsin millet" diye.. Hürriyet Genel Yayın Müdürü, farkında ise, Arap olayım.. (Kimse alınmasın. Irkçılık, aşağılama falan yok. Bu, bin yıllık Anadolu deyişidir. Üstelik bugün insanlar arap olmak için binlerce lira harcıyorlar, yazın denizlere, kışın elektrik ışınlarının altında yanmalara gitmek için..)
Şimdi bu ifadeyi merak edip yola çıksalar, mahkemenin bu üç kişiyi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakmasına "Alkışlanacak karardır. Örnektir. Örnek olmalıdır" diyecekler.. (Mesela, Zirve cinayetinde suç üstü yakalananları, haklarında yedi yıldır karar verilemediği için serbest bırakmak zorunda kalan mahkemenin, ayni davaya, bir gizli tanık ifadesiyle ve adeta zorla ilişkilendirilen, Hurşit Tolon'un tahliyesine karar vermeyişine örnek olmalıdır. Zirve sanıkları serbest. Ergenekon sanıkları serbest.. Ama saçma sapan bir gizli tanıkla, Ergenekoncu olarak Zirve'ye bulaştırılan Tolon hala tutuklu.. Bunun neresi adalet, neresi adil?. Neresi vicdan?.)
..Ve o mahkemenin savcısına sormalıdırlar..
"Bu üç gemici, tali suçlulardır. Onları tahliye ettiniz.. Peki, asıl suçlular için ne yaptınız?."
"Asıl suçlu mu?. O da kim?.."
Bu soruyu kendi kendisine sormayan ve okuruna anlatmayan adam gazeteci değildir.
Şimdi ben anlatıyorum.
15 Mart pazar günü, Star gazetesinin birinci sayfasında tek sütunluk bir haber vardı. Ben olsam manşet yapardım. Ama gazeteler öylesine politikaya gömüldüler ki, insancıl olayları büyütmez oldular.. Sow'un göz yaşlarını birinci sayfanın yarısına fotoğraf olarak koymayı akıllarından bile geçirmedikleri gibi.. Yapsalar, yapmaya cesaret etseler, fark yaratacaklar, o gün herkes onlardan söz edecek.. Umurlarında değil..
Neyse.. O tek sütun haberin başlığı şöyle.. "Vapurda facia: Ece Su'yu deniz yuttu." (Su'yu deniz yuttu, diye kelime oyunu yapmış, başlığı atan.. Alkış bekliyor olmalı..)
Ayni gazetenin 19'uncu sayfasında bir köşe yazısı var.. Özay Şendir imzalı.. Bir gün önce, bambaşka bir şey için yazılmış.
".. gemilerin işletme giderlerinin yüzde 44'ünü mürettebat maliyetleri oluşturuyor. İnsan emeği bir şirket için bazen ortadan kaldırılması gereken bir maliyettir.."
Tesadüfe bakar mısınız, Özay, bilmeden, birinci sayfa haberine ışık tutuyor!..
Bir haber kanalında, Recep Canpolat'ı dinledim. Canpolat, Deniz Haber diye bir ajans varmış. Onun Genel Yayın Müdürü.. Yani denizcilik işlerini iyi biliyor. Dinlerken anlıyorsunuz zaten iyi bildiğini..
Canpolat, insanın tüylerini diken diken eden şeyler söylüyor..
Ece Su'nun üç otuz para kâr etmek için İDO adlı şirket tarafından öldürüldüğünü hissediyorsunuz..
Şu açıklamalara bakar mısınız?.
"İstanbul Belediyesi'nin kuruluşu İDO özelleştirildikten sonra, ticari kaygılara girişti. Gemilerde bir kaptan üç gemici varken, kadro bir kaptan, iki gemiciye düşürüldü. Personelin çalışma sistemi, 12 saat mesai, 48 saat dinlenmeden, 24 saat mesai, 24 saat dinlenmeye dönüştürüldü.
Gemiler yanaştıklarında, halatla bağlanırlardı. Ayrılırken, önce kapı kapanır, sonra halatlar çözülürdü. İDO, halat bağlamayı da kaldırdı. Çünkü halat bağlama ve çözme 20 dakika demekti. Bu da geminin günlük sefer sayısında azalmaya sebep oluyordu. Halat bağlama sistemi geçerli olsa, o arabanın denize düşmesine imkan yoktu.."
Buyrun bakalım, sevgili meslektaşlarım..
Suçlu o kaptan ve gemiciler mi, yoksa, can güvenliğini bile bile hiçe sayan İDO mu?.
Hatta, İDO mu acaba?. Elin yabancısı gelmiş, para kazanmaya ülkemize.. İDO'yu satın almış. Umurunda mı Türk'ün canı?.
Peki ama, bu gemiler dingonun ahırında mı gidip geliyor?. Bu ülkenin limanlarında olup bitenlerden sorumlu, Türk insanının can güvenliği ile ilgili kararları denetleyen, onaylayan bir kurum yok mu?. Denize bulaşık suyunu döken yatı yakalıyor ceza veriyorsun da, insan canının söz konusu olduğu ticari kararlara niye göz yumuyorsun?.
..Ve medya?.. Tüm bunların yazılıp, çizilmesi için ille ölüm mü gerek?. İDO satıldı. Yabancılara satıldı.. "Yahu neler oluyor" diye merak eden bir, tek bir gazeteci çıkmaz mı?.
Çıkmadı işte..
Çıkmayınca, 5 yaşındaki Ece'nin tüm hayalleri çok ucuza satıldı gitti.
Medyamız da suçluyu buldu.. Bir kaptan, iki gemici ve onları tutuksuz yargılama kararı alan mahkeme..
Bu ülkede daha çok Eceler ölür.. Ece Su ilk değildi.. Son da olmayacak.. Çünkü biz, "Sorumsuzlar ülkesi"nde yaşıyoruz!..