Son günlerde kendisiyle fevkalade özdeşleştirilen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın savunması, Fatih Terim'i yanıltmamalı.. Böyle bir savunmanın lehinde mi, aleyhinde mi olduğu da tartışılır ya..
Başbakanın nerdeyse özel TV'si (Benim Bakanım.. Benim Milletvekilim.. Benim Belediye Başkanım.. Eee.. Benim TRT'em tabii..) hem de kendisini fena halde savunan yorumcuların programında izleyici anketi yapıyor. Sonuç.. "Terim gitsin" diyenler yüzde 70!..
Bu anket, Fatih Terim'in kamuoyundaki bugünkü yerinin önemli bir göstergesidir. Medyadaki yerini görmek içinse ankete bile gerek yok. Gerekçeleri belli birkaç kalemin dışında, Terim'in fena halde güven yitirdiği açıkça görülüyor.
Fatih Terim bu ülkenin yetiştirdiği en büyük futbol değerlerinden biridir. Bunu da, başarıları ve meslek kariyeriyle kanıtlamıştır. Tartışmaya bile gerek yok..
Ama ne yazık ki, ayni Terim'in milli takımın başına son geçişi, ulaşılan Avrupa Şampiyonası yarı finaline rağmen başarısız oldu. Yunan ve Norveç kalecilerinin akıl almaz hataları ile açılan İsviçre yolu ve oradaki fevkalade talihli maçlara ilaveten, geçen hafta UEFA tarafından "Yılın Kalecisi" seçilen Cech'in akla hayale sığmaz hatalarının ortaya çıkardığı sonucun bir futbol başarısı olmadığını en iyi değerlendirecek kişinin Terim olması gerekir.
İşte Avrupa'da hızla düşen futbol seviyesi sonucu 2004'te şampiyon olan Yunanistan ve 2008 Şampiyonu İspanya'nın oynadığı futbol.. İşte son şampiyonun hocası Aragones'in bugün Türkiye'deki hali.. O Aragones'in yanında Terim'in yarı final oynaması nasıl başarı olur, düşünmeye gerek yok.
Terim bu sonuca kendi hatalarıyla geldi.
İşe çok iyi bir teknik kadro ile başlaması gerekirken, kendi yaşadığı Piontek/ Terim örneğini dahi unutarak, tamamen emir kullarından oluşan ve buraya sırayla Fenerli, Beşiktaşlı ve Galatasaraylı oldukları için getirilen (En son Ümit Takımı da bir Trabzonluya verilip, ulufe dağıtımı tamamlandı) yardımcıları, onun yanlışlarını tartışacak ve diretecek güçte olmadıklarından Terim milli takımı tamamen bildiği gibi yönetti.
Bence aklı hâlâ Milan'da ve yurtdışında kaldığı için eskisi gibi yoğunlaşamadı ve galiba yaşlandıkça, duygularına, özellikle de öfkesine fazla mağlup olmaya başladı. Öyle olunca da seçimlerini, sempati, antipati ve takıntıları içinde yapmaya başladı.
Adı "Milli" olan takımda tüm "Milli" değerleri bir kenara itti. Şikeden mahkûm olanları, hem de ülkede her gün şehitler veren bir iç savaş yaşanırken, asker kaçaklarını baş tacı yaptı. Türk gencinin önüne "Sembol" diye koymaktan çekinmedi. Kendisini yönetmekten aciz olduğunu, hemen her kritik maçtaki davranışlarıyla kanıtlayan (Böylesi bir maçtaki saçmalaması sonuncu oyundan atıldığında, bizzat Fatih Terim onu milyonlarca TV izleyicisi dövmekten beter etmişti), basın tribününe gene TV ekranlarının önünde "Kol geçirme" hareketi yapan, son yıllarını yurtdışında geçirdiği için kadroya seçilen diğer futbolcularla yakınlığı, dostluğu olmayan, kaç sezonun yarısından fazlasını sakat olarak saha dışında geçiren, Kevin Keegan yönetimindeki Newcastle'da ise yedek olarak dahi bir dakika forma giyemeyen ve yalan söylemekten çekinmeyen birisini Milli Takım kaptanı yapmakla yetinmeyip bir de "İşte benim liderim" diye sundu. Terim kamuoyuna açık ve net "Benim verdiğim değer dışında hiçbir şeyin önemi yoktur" mesajını verdi.
İmparatorluğu da geride bırakmış, 14. Louis olmuştu.. "Kanun benim. Devlet benim. Ben ne dersem o!.."
Ve olmadı.
Oynanan oyun berbat, alınan sonuç berbat, tavır daha da berbat olunca, medyadaki son sempatiler de kaybolmaya başlamıştı ki, Osman Tanburacı'ya o çok ağır sinkaflı küfürler geldi. Terim'in artık savunulur tarafı kalmamıştı.
Galatasaray-Antalya maçı öncesi, Lig TV ekranlarına "İtalyan menecerlerimle Bodrum'da iki gün geçirdim. Hem dinlendim, hem kendimi yargıladım. Belçika milli maçındaki hareketlerimden dolayı özür dilerim" diye söze başlayınca onu sevenler çok mutlu oldular. Ama sözün devamı hevesleri kursakta bıraktı. Terim "Ama içerdeki tavrımdan tek adım geri atmam. Özür dilemem" dedi.
O zaman anlaşıldı ki, dışa tavrın sebebi onu uyaran ve "İsviçre sabıkana, bir de Belçika eklenirse, seni dışa transfer etmemiz çok zorlaşır. O işi kapatmamız gerek" diyen dış menecerlerdi. Terim'in içerde böyle bir kaygısı yoktu. İçeriyi zaten umursamıyordu.
Ama artık içeri de onu istemiyor.
Fatih Terim'in en kısa zamanda bu ülkeyi terk etmesi ve ülke insanına kendisini unutturması en akılcı davranış olur.. Dışarıdan gelmeye başlayacak başarı haberleri, zaman içinde bugünkü tepki ve öfkelerin dinmesini hızlandırır.
Fatih Terim yaşadıklarından ders aldığını göstermeyi de başarırsa, bu ülkeye günün birinde gene yerlere serilmiş kırmızı halılarda ve omuzlar üzerinde döner. Bu ülke futbol tarihinde de çoktan hak ettiği parlak yeri alır.
Türkiye Futbol Federasyonu, ona tıpkı General Mc Arthur gibi "Geri döneceğim" deme fırsatıyla gitme yolunu döşedi.
Terim bu imkânı kullanmalıdır.