Gerçi atı alan çoktan Üsküdar'ı geçti ama Batı ile Rusya'nın Kırım kriziyle ilgili tezleri devletler hukukunun aslında nasıl içinden çıkılmaz bir labirent olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Rusya, herhalde sıkça duydunuz veya okudunuz, Kırım'a Kosova'yı emsal gösteriyor. Batı ise bu görüşü "Sui generis" ilkesini hatırlatarak reddediyor.
"Sui generis", Latince bir deyim. "Nevi şahsına münhasır", "Kendine özgü", "Eşi olmayan", "Biricik" anlamına geliyor.
Batı'ya göre, Kosova'nın bağımsızlık ilanı "Sui generis". Yani, başka örneği yok ve emsal oluşturamaz.
Gerçi Kosova da Kırım gibi parlamento kararıyla tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti, hatta daha sonra bu kararı halka götürmeyi bile aklından geçirmedi. Ama Batı, Belgrad yönetiminin bölgedeki Arnavut çoğunluğa uyguladığı baskıların tek yanlı bağımsızlığa meşruiyet kazandırdığını savunuyor. Rusya ise bu gerekçeye omuz silkip geçiyor.
Sorun şu: Dünyada özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından ve Yugoslavya'nın tarihe karışmasından sonra o kadar çok "Sui generis" ile karşılaşıldı ki...
Abhazya, Güney Osetya, Dağlık Karabağ, Transdinyester, hepsi birer "Sui generis"...
Eritre, Güney Sudan, Somaliland, hepsi birer "Sui generis".
Hatta, KKTC de bir "Sui generis".
Ve "Sui generis"ler birikiyor, birikiyor, zamanla emsale dönüşüyor. Emsalden de devletler hukukunda içtihada...
Niye bu kadar "Sui generis" var? Cevap: Her şey BM'nin 1514 sayılı kararından kaynaklanıyor.
14 Aralık 1960'ta BM Genel Kurulu'nda kabul edilen bu kararda hem "Halkların selfdeterminasyon hakkı" tanınıyor, hem de "Sınırların değişmezliği" ilkesi vurgulanıyor.
Aslında 1514 sayılı karar Afrika'daki kolonilere bağımsızlık yolunu açmayı amaçlıyordu. Yani o güne kadar sömürge yönetimi altında yaşayan halklar, "Self-determinasyon" hakkıyla artık bağımsızlıklarını ilan edebileceklerdi.
"Sınırların değişmezliği" ilkesiyle de, sömürge döneminde çizilen yapay sınırların korunması, böylece toprak savaşlarının önlenmesi amaçlanıyordu.