Futbol, hayatımın önemli renklerinden biridir. Ama öyle aman aman bir futbol hayatım olmadı. Çocukluk yaşlarımda sokak aralarında bez veya sıkıştırılmış kağıttan topların peşinde koşmak... Öğrencilik yıllarımda birkaç kez sınıf takımının kalesini korumak... Meslek hayatımda da İzmir'de yaşayıp çalıştığım dönemde gazeteler arası bir turnuvada takımımızın kalesini korurken bir penaltıyı kurtarmak uğruna sol elimin serçe parmağını kırmak... Hepsi bu.
***
Bütün bunları yılın derbisi değil, Barselona'nın teknik direktörü Josep Guardiola ile ilgili bir yazı çağrıştırdı.
Guardiola, bilen bilir, futbolculuk yıllarında Johan Cruyff'ün çalıştırdığı ve "Rüya takımı" diye ünlenen Barselona'da top koşturdu. 1990-2001 yılları arasında Barselona'da 6 lig, 2 kupa, 4 İspanya süper kupası, 1 şampiyonlar ligi, 1 kupa galipleri kupası, 2 UEFA süper kupası kaldırdı.
Sonra Brescia Roma, El Ahli ve Sinaloa takımlarına transfer oldu.
2006'da futbolu bıraktı, 2008'de Barselona'yı çalıştırmaya başladı. Buyurun teknik adamlık bilançosu: 3 lig, 1 kupa, 3 İspanya süper kupası, 2 şampiyonlar ligi, 2 UEFA süper kupası, 2 dünya kulüpler kupası şampiyonluğu! Ve de yığınla yılın en iyi antrenörü ödülü... Hiçbir teknik direktör onun kadar şampiyonluk kazanmadı, onun kadar zafer yaşamadı.
***
Okuduğum yazı Josep Guardiola'nın teknik direktörlükteki başarısının sırrı üstüne.
Deniyor ki, aslında ortada sır falan yok. Sadece futbolun özüne dönmek var. Futbolun özü ne? Mahalle veya sokak aralarında oynanan futbol.
Peki sokak aralarındaki maçlarda çocuklar hangi dürtüyle futbol oynuyor? Cevap: Bencillik duygularıyla. Yani topu mümkün olduğu kadar uzun süre ayağında tutmak, rakibe kaptırmamak, rakibe geçtiğinde kapmak için canla başla didinmek...
İşte Josep
Guardiola'nın sokak futbolunu sahalara taşıdığı belirtiliyor. Yazının devamı şöyle:
"Barselona'lı oyuncuların birinci görevleri topu kaptırmamak. İkinci görevi ise rakibin ayağından en kısa zamanda kapmak.
Topa sahip olmak, takımın yapısının da, dengesinin de temelini oluşturuyor. Bu temelin en önemli taşı da savunma. Guardiola'ya göre, bir savunma oyuncusunun işi topu kendi yarı sahasının dışına taşımak. Ama bunu yaparken kesinlikle topu havaya dikmek, rakip yarı sahaya uzun şutlar atmak, uzun paslar vermek yok. Yani orta saha oyuncularının kafalarının üstünden gelip geçecek toplar yasak.
Guardiola savunma oyuncularının yüksek tekniğe sahip olmalarını şart koşar. Ve de en az orta saha ve hücum oyuncuları kadar futbol zekâsıyla donatılmalarını. Bu özellikler sayesinde savunma oyuncuları topu kendi yarı alanlarından çıkarırken bir yandan da oyun kurabilirler. Bir depar, birkaç kısa pas... Ve kaşla göz arasında rakibin 18'ine ulaşma..."
Yazıda, "Guardiola'nın bu ilkelerinden kesinlikle ödün vermediğini,
diğer teknik direktörlerin aksine oyunu rakibin taktiğine veya düzenine göre değil, kendi futbolcularının yeteneklerine ve zekalarına dayalı olarak planladığı" anlatıldıktan sonra şu tespit yapılıyor:
"Barselona'ya gelen oyuncunun önce beyni yıkanır: Asla top kaybetmeyeceksin. Rakibin ayağındaki topu ne yapıp edip kapacaksın. Çünkü futbol artık bir eğlence, bir spor değil, bir iş. En az riskle en çok kazancın elde edildiği bir iş. Bunu sakın unutma..."
***
Çocukluk yıllarımda sıkıştırılmış kağıt veya bez topun peşinden koşarken kenarda bizi seyreden ağabeylerimizin "Atıl", "Dal" gibi uyarılarının anlamını bu yazıdan sonra daha iyi kavradım.