Çin dünyanın ikinci büyük ekonomisi olabilir ama kesinlikle ikinci büyük gücü değil. Çin'in ayrıca birçok zayıf noktası var. Elbette uluslararası alanda daha fazla sorumluluk üstlenmek ve önemli bir ülke olarak kabul edilmek istiyor ama ne yazık ki yetenekleri elvermiyor...
Bu değerlendirme benim değil, Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Le Yucheng'in.
Bir Çinli yetkilinin böyle konuşması size şaşırtıcı gelebilir ama Le Yucheng'in sözleri aslında Pekin'in uyguladığı jeopolitiğin ipuçlarını veriyor. Ne onlar? Madde madde sayayım.
Çin hâlâ 1839-1860 arasında İngilizler ve Fransızlar'la "Afyon Savaşı"ndaki yenilgi sonrasında dayatılan kolonyalizmin ve 1937-1945 arasında Japon işgalinin yol açtığı derin acıları taze tutarak mazlum halk rolünü oynamayı tercih ediyor. Bu rolün arkasına gizlenerek "Hazırlanıyor".
Peki neye "Hazırlanıyor"? Cevap: Savaşsız savaşa. Ve bu savaşsız savaşı kesinlikle kazanmaya. Savaşsız savaş veya barışçıl savaş ile kastettiği veya hedeflediği ne? Cevap: Dünyanın en güçlü ülkesi haline gelmek.
Nasıl "Hazırlanıyor" bu savaşsız savaşa? Mümkün olduğunca etliye-sütlüye karışmadan. Düşük profil sergileyerek. Savunma bütçesinden büyüme rakamlarına kadar tüm verilerinin "Gerçek" rakamlarını gizleyerek.
Bir soru daha: Kime karşı yürütülecek bu savaşsız savaş? Elbette tek süper güce veya ilk hiper güce, yani ABD'ye karşı.
Eski Başkan George Bush döneminin yıldızları Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, "Bundan sonraki büyük kapışmanın Pasifik'te patlak vereceğini" söylüyorlardı. Ve tarih de veriyorlardı: "20-25 yıl sonra". Çin 20-25 yıl sonra patlak verecek bir sıcak savaşta ABD karşısında bozguna uğrayacağını çok iyi biliyor. O nedenle kimilerinin "Kaçınılmaz" bulduğu bu olasılığı mümkün olduğunca ötelemeye çalışıyor. Örneğin, 100 yıl sonraya! Yani 22'nci yüzyıla!
Ama bir yandan da "Küreselleşme"nin asla barışçıl bir süreçte yürümediğini, yürümeyeceğini biliyor. Pekin yönetimi de tıpkı bugünün Rusya Başbakanı, yarının -yeniden- Rusya Başkanı Vladimir Putin gibi, "Arap Baharı"nı pazar kapma savaşları olarak görüyor. Afrika'daki savaşları, iç savaşları ve darbeleri de. Haksız değil; Libya'da Çin yatırımları Kaddafi ile birlikte yok oldu. Demokratik Kongo'dan Sudan'a, Somali'den Fildişi Sahili'ne kadar savaşlarla, iç savaşlarla ve darbelerle boğuşan tüm Afrika ülkeleri, rastlantıya bakın ki Çin'in büyük yatırımlarının olduğu pazarlar. Ve bu savaşlarla, iç savaşlarla, darbelerle hepsi de yeniden Batı yörüngesine giriyor. Bir başka deyişle, Afrika, Batı tarafından yeniden sömürgeleştiriliyor.
Çin'in bir başka özelliği ya da yumuşak karnı, ABD ve Avrupa'nın aksine bir siyasal-ekonomik sistem önerememesi. ABD ve Avrupa "Demokrasi" ve "Liberal ekonomi" ile kapitalizmi öneriyor veya dayatıyorlar. Çin ise "Parti devlet" rejimiyle ve "Devlet kapitalizmi" ile yönetiliyor. Bu modelin dünyada başka bir örneği yok. En azından şimdilik.
Bununla birlikte Çin, modelini ihraç için bir "İdeolojik savaş"ın silahlarını da sessiz sedasız hazırlıyor. Silahları şunlar: 1- ABD'nin aksine yıkıcı olmayan sanayileşmeye dayalı yeni bir ulus ve devlet sistemi. 2- Dünyanın tüm ülkeleriyle "Kazan-Kazan" ilkesiyle eşit ilişki kuracak bir devlet anlayışı. 3- Dünyaya kalıcı barış getirmek için Konfüçyüs felsefesi ile sosyalizmin sentezinden doğacak "Made in China" uygarlık vizyonu.
Uzun sözün kısası Çin binlerce yıllık bir atasözünü günümüze uyarlıyor: "Isıracaksan, sakın dişlerini gösterme!"