Kim hatırlar? 5 yıl önce Michigan Üniversitesi'ndeki konferansta, Türkiye'deki Ermeniler'in korkudan sindiklerini söyleyen diaspora temsilcilerine meydan okumuştu: "Gelin Türkiye'ye, sizinle konuşmaya hazırım..."
ABD'deki o konferansa katılabilmek için pasaport alırken anasından emdiği süt burnundan gelmişti. Çünkü 20 yıl boyunca, evet tam 20 yıl boyunca yurt dışına çıkışı engellenmişti.
Kim hatırlar? Strasbourg'taki Avrupa Parlamentosu'nda düzenlenen konferansta, kendisini "Türkiye'nin rehinesi" diye tanımlayan yine diaspora temsilcilerinin laflarını ağızlarına tıkmıştı: "Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşıyım. Böyle algılarım ve böyle davranırım. Dışardakiler içerdekilerin hamileri kesilirlerse, o zaman Türk devleti ve toplumu da azınlıkları dışardakilerin uzantıları olarak görür. Bu yaklaşımınızı şiddetle reddediyorum..."
Kim hatırlar? Daha 3.5 ay önce "Bırakın Avrupa'yı, biz Türkiyeliler asıl bu sorunu kendi aramızda nasıl çözeceğiz? Bizim temel sorunumuz bu" demiş ve eklemişti: "Yargılayarak mı çözeceğiz, oturup adam gibi konuşarak mı? Bırakın beni bildiğimi söyleyeyim, siz de bildiğiniz neyse onu söyleyin. Bunun adı tartışma değil, konuşma olsun. Gelin biz önce konuşmayı ve yan yana gelmeyi becerelim..."
4 bin yıllık Anadolulu
Kim hatırlar? Göğsünü gere gere, gururla haykırıyordu her fırsatta: "Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Ben Türkiyeliyim ve çok yerel bir insanım. Anadoluluk benim iliklerime işlemiş vaziyette. Hem de 4 bin yıldan beri..."
Kim hatırlar? 7 Ekim 2005 tarihinde Şişli 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi'nce "Türklüğü aşağılamak"tan 6 ay hapis cezasına çarptırılınca, Adalet Bakanı konuyla ilgili soruları yanıtlarken onun adını telaffuz etmekten ısrarla kaçınmış, onuruyla oynayıpoynamadığını bile düşünmeden "O şahıs" diye geçiştirmişti ve hak arama adreslerini saymıştı: "Üst mahkeme, sonra Yargıtay, orada da olmazsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi... Oraya bile gidebilir o şahıs..."
Kim hatırlar? Şişli 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi'nin kararından sonra tarifsiz bir hüzünle ama asla öfkelenmeden şöyle anlatmıştı duygularını: "Tüm yasal haklarımı kullanacağım. Çok açık ve net söylüyorum; cezam kesinleşirse, hem bu insanları tahkir etmekle suçlanacaksınız, hem de aynı mahalle, aynı sokak, aynı ülkede onlarla beraber yaşayacaksınızBu onursuzluktur. Ben bunu yapmam. Benim böyle bir niyetim olmadığını bu topluma anlatamıyorsam, evet bu ülkeyi terk ederim ve giderim..."
Tarifsiz bir trajedi
Kim hatırlar? Cezanın Yargıtay'ca onanmasından sonra bir avukat onun bu sözlerini hatırlatıp "Haydi ülkeyi terketsin" demişti .
Gözyaşlarını içine akıtarak yanıtlamıştı: "Toplumda benim suçsuz olduğuma inananlardan o kadar destek var ki, kalmak istiyorum. Burada yaşamak istiyorum. Nereye gidebilirim ki? Vatanım burası..."
Sebat etmiş gitmemişti.
Tıpkı daha önce, 2002 yılının tam da bu günlerinde gazetesinin önüne gelen 2530 kişilik gözü dönmüş güruhun "Hedefimizsin. Ya sev ya terket. Bir gece ansızın gelebiliriz" tehditlerine pabuç bırakmaması, sebat edip gitmemesi gibi...
Tıpkı bazı çevrelerin ve bazı acımasız, hoşgörüsüz, fanatik kalemlerin linç girişimlerinde de sebat edip gitmemesi gibi...
Sebat etti. Gitmedi. Ve dün Sebat Apartmanı'nın önünde öldürüldü. Alçakça. Kalleşçe.
"Evet biz Ermeniler'in bu topraklarda gözü var ama alıp gitmek için değil, gömülmek için" diyordu. Dediği oldu.
Onun adı Hırant Dink'ti. Vicdanımızla başbaşa kaldığımızda huzurumuzu kaçıran gölgeydi, hatta ruhtu.
Birileri artık huzur içinde uyuyabilir. Vicdan sonsuza kadar sustu.