Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na yönelik 5 yıldır yürütülen eleştiri ve algı operasyonu, genel başkan ve başbakan olma ihtimalinin ortaya çıkmasıyla yeniden devreye sokuldu.
Bırakın muhalefet veya muhalif medya cephesini, muhafazakâr çevreden de benzer sesler yükseldi.
Oysa komşularla sıfır sorun politikasından Türkiye'nin çevresindeki bölgeyle aktif ilgilenmesine kadar her politika, aslında AK Parti'nin içerideki siyasi yürüyüşünün devamından başka bir şey değildi.
Davutoğlu, Türkiye'nin ve AK Parti'nin yapması gerekenleri kavramlaştırıp hayata geçirdi. Bunu bölgeyi ve Türkiye'yi yakından izleyenler de kabul ediyor ve hakkını veriyor. Bugün içeride çok eleştirilmesine rağmen, Türkiye'nin özellikle Ortadoğu'da durduğu yerin haklılığı yavaş yavaş da ortaya çıkıyor.
Filistin'de, Mısır'da, Suriye'de ve Irak'ta Türkiye ilkesel bir siyaset izledi. Darbecilerin, İsrail gibi saldırganların ve Esat gibi diktatörlerin, Maliki gibi Sünnileri ve Kürtleri yok sayan "mezhepçi" siyasetçilerin karşısına "vicdanın" sesi olarak çıktı.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Clinton bile Obama'nın Suriye'de izlediği yanlış siyasetin IŞİD vari terör örgütlerini öne çıkardığını söylüyor. İşte Irak'ta Maliki'nin gidişi...
Türkiye'nin haklılığı ortaya çıktı, daha da çıkacak.
Davutoğlu'nun başbakanlığa gidişiyle bu tartışmalar yeniden gündeme gelince ABD'li yazar George Friedman'ın yazdığı "Gelecek 100 Yıl- 21. Yüzyıl İçin Öngörüleri" isimli kitabını ve 2011'de Amerika'nın sesi Radyosu'ndan Meltem Çağlar'a verdiği söyleşiyi hatırladım.
Türkiye'deki muhalefet partileri ve muhalif odaklar sadece o kitabı okuyup, o söyleşiyi izleseler belki biraz daha insaflı olurlardı. O kitabında Friedman şöyle yazmıştı:
"21. yüzyılın 'süper devleti' gene ABD olacak. Avrupa çağı kapanıyor.
Amerika çağı daha yeni başladı. Diğer büyük güç Japonya olacak. Rusya bir kez daha dağılacak.
Ya 21. yüzyılın yeni büyükleri?
Bunlar Türkiye, Polonya ve Meksika olacak."
Bu öngörüde bulunan ABD'li yazar Friedman, Türkiye'nin son dönemde izlediği dış politikaya ilişkin 2011'de de şunları söylüyordu: "Bölgenin istikrarı Türkiye açısından önem taşıyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, komşularla sıfır sorun dış politika stratejisini açıkladı. Türkiye'nin Irak'ta, Suriye'de, İran'da, Balkanlar'da önemli çıkarları var. Ama düşman edinmeden bu çıkarları korumak imkânsızdı.
Çünkü eninde sonunda birilerini üzmek zorunda kalırsınız."
Friedman, o günlerde Türkiye'yi "eksen kayması"yla suçlayanlara da şöyle sesleniyordu: "Bence Türkiye böyle bir politika izlemiyor. Son 50 yılını ABD ittifak sisteminin bir parçası olarak geçirdi. Şimdi bu ittifak sistemi Türkiye'ye küçük geliyor. Türkiye, Washington'la ilişkileri elbette koruyacaktır. Ama Türkiye'nin başka ilgi alanları ve başka çıkarları var. Koşullar Türkiye'nin ABD ve İsrail'le ilişkilerini değiştiriyor. Ama bunu batıdan doğuya doğru yönelmek olarak algılamak basit bir yaklaşım olur. Şu anda Türkiye çevresindeki sorunlarla baş etmesi için yapması gerekeni yapıyor."
Bu yaklaşım, 2009'da Almanya'nın Türkiye'yi neden dinlediğine de açıklık getiriyor.
Ortada ne Suriye, ne IŞİD meselesi var. Ama Almanya Türkiye'yi dinliyor. Kürt meselesini çözmeye kalkan, bölgesiyle aktif ilgilenen bir Türkiye, kimleri rahatsız etmedi ki...