CHP ve MHP'nin "çatı adayı"nı açıklamaları her şeye rağmen sürpriz oldu. Çünkü Ekmeleddin İhsanoğlu adı pek de kulislerde dolaşmayan bir isimdi. Bir süre önce Bahçeşehir Üniversitesi'nin düzenlediği Global Liderlik Forumu'nda karşılaştığım İhsanoğlu, kısa bir konuşma yapmıştı.
Adı Global Liderlik olan ve 15'i aşkın yabancı misyon temsilcisinin katıldığı o toplantıya İhsanoğlu'nun neden davet edildiğini de merak ettim ama tatmin edici bir cevap bulamadım. Belki de o gün, bugünlerin işareti verilmişti.
Aslında İhsanoğlu bu işareti, 9 yıl boyunca başkanlığını yaptığı İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki görevinin sonunda, ortaya çıkan Suriye krizine farklı yaklaşarak, Mısır darbesine de darbe demeyerek vermişti. Bir anlamda bölgeyi dizayn etmeye çalışan Neoconlarla aynı çizgide durmuştu.
Anlaşılan o ki, bu duruş onu, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'yla MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin "Partiler üstü" adaylığına taşıdı. Böylece muhalefetin Gezi'yle başlayıp, 17-25 Aralık darbeleriyle süren ve yerel seçim ittifakıyla noktalanan "siyasi mühendislik" çabalarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Tıpkı Mustafa Sarıgül ve Mansur Yavaş gibi.
Artık karşımızda siyasi mühendislik ürünü bir cumhurbaşkanı adayı var. Görünen amaç da bir taşla birkaç kuş vurmak. Öncelikle İhsanoğlu'na, CHP'de Kılıçdaroğlu'nu, MHP'de de Bahçeli'yi parti içi olası bir beladan kurtaracak isim olarak bakıldığı anlaşılıyor.
Çatı adayı, CHP çevresinden diyelim Deniz Baykal olsaydı, hem parti içinde meşruiyeti tescillenecek hem de yüksek oy alma ihtimali nedeniyle geri dönüşü sorun olacaktı. Aynı şey, Meral Akşener için de geçerli.
İkinci olarak, muhafazakâr kesimden gelen İhsanoğlu'yla AK Parti'den oy devşirme hesabı yapılıyor. İlk bakışta akla yatkın görünen bu hesap, ne yazık ki Türkiye gerçeğiyle örtüşmüyor.
Muhafazakâr taban, Abdüllatif Şener örneğinde olduğu gibi farklı siyasi bloklara savrulan aktörleri benimsemediği gibi, AK Parti dönemindeki demokratik kazanımları da riske sokmak istemez. Kürtler de çözüm süreci nedeniyle aynı düşüncede. Bu durumda muhafazakâr kesimlerden oy alamayacağı gibi laik-Kemalist çevrelerden de oy gidebilir.
Şimdiden Nur Serter, istifa eden Hulki Cevizoğlu gibi isimlerin tepki vermesi boşuna değil. Bu kesim, 17 Aralık sonrası Cemaat'le ittifaka da sert tepki vermişti.
Bu durum, siyasi mühendislik açısından, yerel seçimlerdeki Mansur Yavaş örneğine benziyor ama tam da aynı değil. Çünkü CHP'nin ulusalcılarıyla, MHP'li Yavaş gibi siyasi aktörler arasında "milliyetçilik-laiklik" ortak paydası var ama muhafazakârlarla yok.
CHP'nin 90 yıllık tarihini bir yana bırakarak kendi geleneğinden bir aday çıkaramaması ve İslamcı çevreden gelen birine mahkûm olması da ayrı bir paradoks.
Bu da CHP'nin neden bu riske girdiği sorusunu akla getiriyor. CHP, böylece kendi eliyle Türkiye'nin ve bölgenin başat siyasi akımının, İslamcı-muhafazakâr akım olduğunu ilan etmiş oldu. Bir kısım CHP'liler de bu yüzden "CHP misyonu bitti" demeye başladı. Görünen o ki CHP bu süreci çok daha sancılı geçirecek.
Şimdi asıl soruyu sorabiliriz: Bu durumdaki bir adayın kazanma şansı var mı? Yok görünüyor. Peki, Türkiye kamuoyunun adını bile söylemekte zorlandığı ve tanımadığı bir ismi, CHP ve MHP en kritik seçimde neden aday yapar? Hem de hiç istemedikleri Başbakan Erdoğan karşısına çıkartarak.
Yoksa bölgesel gelişmelere paralel işin içinde başka bir stratejik akıl mı var? O stratejik aklın işe yaramadığını aslında yerel seçimlerde gördük; bundan sonrasını da izleyip göreceğiz.