Türkiye, birbirini izleyen üç önemli seçimin ikincisine hazırlanıyor. İlki 30 Mart'taki yerel seçimlerdi... İkincisi 10 Ağustos'taki cumhurbaşkanlığı, üçüncüsü ise Haziran 2015'te yapılacak genel seçimler.
Geride bıraktığımız 30 Mart'taki yerel seçimler dahil, bu seçimlere sadece içerideki siyasi partiler ve güç odakları değil, özellikle Batı eksenli bazı devletler ve güç odakları da AK Parti iktidarının son seçimleri gözüyle baktı. Biri olmazsa diğerine göz dikti.
Bu yüzden 7 Şubat 2012'deki MİT darbesinden, Gezi olaylarına, 17 Aralık darbesinden Okmeydanı'ndaki sokak hareketlerine Türkiye'de kaos bitmiyor; cumhurbaşkanlığı seçimine kadar da bitmeyecek görünüyor.
Gezi sonrasını hatırlayın, Başbakan Erdoğan'ın İstanbul Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi ele geçirilmek istenmiş, hükümetin düşürülmesi için her şey yapılmıştı. Hatta Başbakan Erdoğan'ın Tunus gezisinden dönmeyeceği üzerine hayaller bile kurulmuştu.
O süreç bitti ama çok sürmeden bu kez devreye 17 Aralık 2014'te Gülen Cemaati'nin planladığı "Polis- Yargı" darbesi girdi.
Sürecin siyasi hedefinde yine Başbakan Erdoğan vardı. İstanbul sermayesi ve siyasi partilerden oluşan Erdoğan karşıtı cepheye "dini cemaat" olarak bilinen "yeni derin yapı" Gülenciler de eklenmiş ve topyekûn bir saldırı başlatılmıştı.
Türkiye tarihinde, seçim sürecinde görülebilecek en büyük toplu saldırıydı bu. Hedef "Erdoğansız bir AK Parti"ydi ve Erdoğan'ı yıpratmak için her yol mubahtı. Ülkeyi terk edeceği bile söylendi.
Ama bu saldırı da başarılı olmadı ve Başbakan Erdoğan meydan meydan dolaşarak amansız bir mücadele yürüttü; 30 Mart'ta sandıklar açıldığında herkesi, özellikle de saldırıyı yürütenleri şoke etti.
Üç önemli seçimin ilk raundunu Başbakan Erdoğan kazanmıştı. Doğrusu bu seçimlerin ilk raundu kritikti ama en önemlisi ve "milat" denecek olanı cumhurbaşkanlığı seçimleriydi.
Birçok ülkede cumhurbaşkanı meclis veya halk tarafından seçiyor ve sorun çıkmıyor. Ama Türkiye'de böyle olmuyor, olmadı da... Özellikle de 1960 darbesinden sonra o makama "rejimin simgesi" olarak bakıldığı için seçimler hep sorunlu geçti.
Çünkü o makama daha çok askerlerin ya da bürokratik oligarşinin sivil siyaseti denetim altında tutma makamı olarak bakıldı. Uzun bir süre de hep askerler seçildi.
Sivil cumhurbaşkanı dönemi
İlk kez 1989'da bu ezberi, dönemin başbakanı Turgut Özal bozdu. Bozdu ama böylece ölümüne giden yol da açılmış oldu.
Ardından gelen Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer sivil olmalarına rağmen askerin ve bürokratik oligarşinin çizdiği sınırların dışına çıkamadılar.
AK Parti'nin iktidara geldiği 2002'den sonra yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimleri de geçmişi aratmayacak kadar "sorunlu" oldu.
İki yıl öncesinden kaos ortamı yaratmak için akla hayale gelmeyen tezgâhlar kuruldu. Danıştay saldırısı, Rahip Santoro cinayeti, Malatya Zirve katliamı ve Hrant Dink cinayeti arka arkaya işlendi.
Sonradan yargılaması yapılan Ergenekon eksenli darbe girişimleri davası bu dönemle ilişkiliydi.
Siyasi gerilim had safhaya ulaştırılmıştı.
AK Parti'nin cumhurbaşkanını seçmemesi için bu girişimlerden sonuç alınmayınca, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt imzasıyla 27 Nisan 2007'de e-muhtıra yayınlandı.
Tarih bir kez daha tekerrür ediyordu. Ama bu kez AK Parti hükümeti, askerlerin müdahalesine sert tepki vererek direndi.
Ve sivil siyaset adına bir ilk gerçekleşecekti.
Sonrasında neler olduğuna yarın devam edeceğiz.