Tarihimizin belki de en büyük tabusu hiç kuşkusuz 1915'te bu toprakların asli unsuru olan Ermenilerin yaşadığı büyük felaketti. O felaketin altındaki imza da ırkçı İttihat Terakki zihniyetiydi. Ermenilerin yok edilmesiyle başlayan "tek tipleştirme ve yok etme" siyaseti aslında cumhuriyet döneminde de sürdü.
O zihniyet hep aramızdaydı. Hâlâ da kirli bir ruh olarak aramızda dolaşıyor. Bu kirli ruh, dindarlardan, Kürtlere, Alevilerden azınlıklara hatta farklı siyasal görüşten olan herkese acılar yaşattı.
Kimi idam sehpalarında can verdi, kimi Dersim'de soykırıma tabi tutuldu, kimileri toplu katliama uğradı, kimileri de sokakta infaz edildi. Erdoğan, çok anlamlı bir günde, Ulusal Egemenlik Bayramı'nda bu kirli ruhun artık aramızda dolaşamayacağını dünyaya ilan etti.
Böylece, 99 yıl sonra ilk kez bir başbakan çıkıp, üzerinde söz söylemeye çekinilen bir tabuyu yıktı. İyi ki de yıktı. 100 yıl oldu, daha ne kadar, insanların yüreğini yakan o acıyı görmezden gelecektik? Şu satırlar hepimizin yüreğine su serpti ve susarak işlediğimiz günahları biraz olsun hafifletti: "Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar. Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayriinsani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türklerle Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır."
Başbakan Erdoğan'ın bu yaklaşımını, başta CHP olmak üzere birçok siyasi partinin anlamamasına doğrusu hiç şaşırmadım. Asıl anlasalardı şaşardım.
Başbakan'ı sahici ve farklı kılan da bu... O farkın nasıl farkındalık yarattığını iki yıl önce, 2 Şubat 2012'de bu köşede yazdım. Bakın, "milliyetçileşti" diye suçlandığı o günlerde Başbakan Erdoğan, "İttihat Terakki zihniyeti" için ne diyor:
"Biz jakoben, elitist bir zihniyeti teşhir ediyoruz. 'Dün dünde kalmıştır' diyerek geçmişi hasıraltı etmek isteyenler var. Bunlar ellerine yetki geçtiğinde meseleleri sümenaltı ediyorlardı. Dersim 1939 da üzeri kapatılmış bir faciadır." Sonra da o zihniyetin bugünkü versiyonlarına sesleniyordu: "Biz 150 yıllık köhne bir zihniyetle, devletin tüm kılcal damarlarına işlemiş bir zihniyetle mücadele ediyoruz. Karşımızda 'Terör meselesini çözme' diyen bir zihniyet var. Dersimli olduğu halde Dersim'i ağzına alamayan bir anlayış var. Biz CHP'ye, MHP'ye ve Güneydoğu'nun CHP'si olmaya çalışan BDP'ye rağmen bunu yapıyoruz."
Araya girip ittihatçı zihniyetle ilgili şu notu düşüyoruz: "Kazıyın 1915'teki Ermeni soykırımını, Komünist Mustafa Suphilerin boğdurulmasını, azınlıkların tasfiyesini, Kürt meselesini kanla bastırma girişimlerini, Sabahattin Ali'nin öldürülmesini, 6-7 Eylül 1955 talanını veya 1 Mayıs 1977 katliamını ya da Uğur Mumcu suikastını... Altında o zihniyet çıkacak." Ve "İttihat Terakki zihniyetiyle hesaplaşmak" başlıklı o yazı bugünlere gelişin ipuçlarıyla bitiyor:
"Başbakan Erdoğan'ı bir siyasi aktör olarak hâlâ aşılmaz kılan da bu gerçeği görmesi... Geleceğin siyaseti, bu tarihsel hesaplaşma üzerinde şekillenecek. Kim bilir belki de Erdoğan'ın cesurca adını koyduğu İttihat Terakki zihniyetiyle bu hesaplaşma, 1915'le yüzleşmeye giden kapıyı da aralayacak. O kapıyı aralayan bir Türkiye'nin geleceği daha bir aydınlık olacak."