Son dönemde Anayasa Mahkemesi'nin arka arkaya birçok konuda "özgürlükçü" tavır takınması sevindirici ama aynı zamanda şaşırtıcı...
Nasıl olmasın?
Düne kadar, genel olarak yargı, özel olarak da yüksek yargı hep devleti önceleyen, koruyan bir çizgi izlerken birdenbire özgürlükçü olması, ister istemez bu özgürcülükte bir "hesap" olduğu şüphesi yaratıyor.
Elbette Anayasa Mahkemesi'nin ifade özgürlüğünü korumak istemesi doğru ve yerinde bir karardır. Ancak aynı mahkemenin, insanların kişilik haklarının, mahremiyetlerinin ayaklar altına alınmasına da söyleyecek sözü olmalı...
Kişilik hakları da özgürlük kadar değerlidir.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi, Twitter veya YouTube'un bu ülke mahkemelerinin verdiği kararları uygulamamasını da es geçiyor.
İşin içinde ne var bilmiyorum ama AK Parti Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Şentop'un "Anayasa Mahkemesi iç hukuk yolları tüketilmeden bu konuda karar vermiştir" sözü de hesapçı yaklaşımı güçlendiriyor.
Tabii sadece şaşırtıcı olan ve şüphe uyandıran bu çelişkiler de değil. Özgürlük açısından çok daha vahim örnekler önümüzde duruyor. Alın Hanefi Avcı olayını... Bırakın kendi savunmalarını 17 Aralık operasyonuyla gördük ki, devleti içeriden kuşatan paralel yapı, Hanefi Avcı'ya göz göre göre tuzak kurmuş.
Yargılandığı örgütün asli unsurları dışarıda o içeride. Ve hâlâ içeride. Peki, Anayasa Mahkemesi Avcı'nın başvurusunu neden öne alıp bir an önce karar vermiyor? Aynı şey Diyarbakır'da yargılanan KCK tutukluları için de geçerli.
Ortada ağır bir hak ihlali var. Bu insanların haksız biçimde demir parmaklıklar arkasında kalmalarının Twitter'a erişim kadar önemi yok mu? Dahası var, ifade özgürlüğümüzü kullanmak için Twitter'a ulaşmada farklı yollar bulunabilir ve bulundu da. Ama o insanların cezaevlerinden çıkması için tek bir yol var: Yargı kararı. Eğer iç hukuk yolları tüketilmeden karar verilebiliyorsa burada da verilmeli.
Özgürlükler üzerinden hesap yapılırsa, asıl özgürlükler kirlenir.