Türkiye yerel seçim sürecinde son viraja girdi. Genel seçim havasında geçen seçimlerin en kritik ili İstanbul. İstanbul seçimleri ilginçtir üç ay önceye göre daha farklı bir havada seyrediyor. Üç ay önce "İstanbul'u alan Türkiye'yi alır" diyen muhalefet cephesinde artık o iddiadan eser yok.
Bu zaman zarfında yapılan onca algı operasyonuna, medya ve cemaat desteğine rağmen şu gerçek dikkat çekiyor; CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Sarıgül'ün durumu, CHP'ye geçtiği gün ulaştığı pik noktanın gerisinde...
Bu da medya üzerinden algı yaratılarak zirveye çıkmakla, siyaset üretmek arasındaki farkı gösteriyor.
Tabii bunun yetmeyeceği bilindiği için devreye Gülen Cemaati girdi ve 17 Aralık operasyonuyla hükümeti kuşatmaya aldı. Böylece hükümet düşürülmese de sarsılacak, o sarsıntıyla da İstanbul'da CHP'nin önü açılacaktı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bu siyaset mühendisliğine harfi harfine uydu ve seçim stratejisini "yolsuzluk ve kaset" operasyonu üzerine kurdu. Bir anlamda Twitter üzerinden "yolsuzluk ve kaset siyaseti" yaptı.
Ancak tarihin garip bir cilvesi olacak, AK Parti'yi vurmak istediği "yolsuzluk" argümanıyla kendisinin en güçlü adayı da suçlanıyordu.
Bu yüzden de inandırıcılık sorunu vardı.
Ayrıca seçim meydanlarında ne belediyecilik, ne de projeler tartışıldı.
İşte İstanbul'da seçimlere bu paradoks içinde gidiliyor.
Siyasette iddialı olmak
Bir yanda 10 yıldır İstanbul'u yöneten Kadir Topbaş var. Topbaş, sakin kişiliğine, şehrin çehresini değiştiren hizmetlerine ve halkla ilişkisi güçlü lideri Başbakan Erdoğan'a güveniyor. Öte yanda ise Şişli deneyimine güvenen bir Mustafa Sarıgül var. Arkasında ise güçlü merkez medya, İstanbul sermayesi, Gezi kitlesi, Gülen Cemaati var ama CHP örgütü yok gibi.
Şimdiden görünen şu, İstanbul seçimlerinin seyrini de Başbakan Erdoğan'ın performansı belirleyecek. Anadolu'da meydanları tıklım tıklım doldurması ve CHP-Cemaat ittifakına karşı topyekun savaş başlatması bunun ipuçlarını veriyor. Başbakan bu tavrıyla sadece kendi tabanını değil, diğer partilerin tabanını da etkiliyor.
Bu yüzden şu sorunun cevabı merak ediliyor; Peki nasıl oluyor da Gezi olaylarına, 17 Aralık'ta yapılan "yolsuzluk" operasyonlarına, ses kayıtlarına rağmen Başbakan belirleyici oluyor, AK Parti oy kaybetmiyor?
Sorunun cevabı Türkiye'nin ve İstanbul'un değişiminde saklı...
Muhalefet başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye'nin temel sorunlarına siyaset üreterek çözüm bulmak yerine eski Türkiye zekasıyla siyaset mühendisliği yaparak iktidarı değiştirmek istiyor.
Bunu da toplum görüyor ve prim vermiyor.
CHP ve CHP'yi dizayn etmek isteyen siyaset mühendislerinin önündeki handikap bu...
Çok uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye toplumu, yakın tarihimizde yapılan yolsuzluklarla devletin nasıl iflasa sürüklendiğini, rutin dışına çıkan devletin nasıl faili meçhul cinayetler işlediğini, darbelerin önünün nasıl açıldığını biliyor.
Hafızası hâlâ taptaze...
Vatandaş bu karanlık geçmişle son 12 yılda Başbakan Erdoğan'ın yaptıklarını kıyaslıyor ve tercihini yapıyor.
Sosyalist reklamcı Ateş İlyas Başsoy'un formülünü biraz değiştirerek sonucu söyleyebiliriz: "AKP kazanır, CHP kaybeder" Belki de bu yüzden Başbakan Erdoğan, hâlâ "Partim birinci parti olmazsa siyasetten çekilirim" diyebiliyor. Ama buna karşı, ne CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, ne de MHP Genel Başkanı Bahçeli bunu söyleyemiyor.
Hatta İstanbul'u kazanması için CHP'ye getirilen Mustafa Sarıgül bile "Kazanamazsam siyaseti bırakırım" diyemiyor.