Yıllardır Kürt meselesi, siyaseti ve sivil iktidarları sıkıştırmakta maniveladır.
Hem asker ve sivil bürokrasi bunu yaptı, hem de statükocu partiler. En büyük destekleri de medya ve İstanbul sermayesiydi. Ne zaman sivil bir siyasetçi sorunu çözmeye kalksa engellendi ve başına olmadık işler geldi. Kimi öldürüldü, kimi itibarsızlaştırılıp siyaset dışı bırakıldı.
Şimdi de aynı şey yapılmak isteniyor. Merkez medyadan, Ergenekon çevresine, İstanbul sermayesinden paralel yapıya, birçok çevre bu engellemeyi destekliyor. Kimi açık açık, kimi de PKK'yı kışkırtarak...
Bu konuda en hazin olanı ise "sol demokrat" diye bilinen aydınların tavrı ve onların PKK-BDP çevresiyle ilişkisi. "Demokrasi olmadan barış olmaz" gibi ilgisiz bir sloganla yola çıkan bu aydınların başında da Hasan Abi (Cemal) geliyor.
Önceki gün Yeni Şafak'ta Salih Tuna, sol liberal aydınların barış süreciyle ilgili tavrı açısından ibretle okunacak bir yazı yazdı. Yazının en çarpıcı bölümü ise Cemal'in Öcalan'ın yakalanması üzerine yazdıklarıydı. Bakın o gün ne yazmış:
"Ecevit'in açıklamasını dinlerken bir heyecan dalgası yalıyor içimi. Gerçekten tarihi bir an. Apo'nun yakalanarak Türkiye'ye getirilmesi, 1984'ten beri devletin PKK'ya karşı verdiği haklı ve meşru mücadelede bayrağın zirveye dikilmesi, zaferin tescilidir(...) Bu büyük başarı öncelikle askeri bir başarıdır. Silahlı Kuvvetler, devlete silah çekmiş, 15 yıldır şiddet ve terörü politika aracı benimsemiş, insanlığa karşı suç işlemiş olan PKK'yı çökertmiştir..." (17 Şubat 1999, Milliyet)
Bunu şunun için yazma gereği duydum. Bugün başta Başbakan Erdoğan olmak üzere "yeni" devlet ilk kez Kürt meselesiyle ilgili bir çözüm aklı ortayı koyuyor. Böyle bir akıl devrede olduğu için bir yılı aşkın süredir insanlar ölmüyor. Bu ortamda "Başbakan zaman kazanmaya çalışıyor" gibi tezleri ortaya atanlar, 90'larda bırakın demokrasi talebini infazlar yapan devleti göklere çıkarmaktan çekinmiyordu.
Bakın Hasan Cemal, o yazıda 90'ların başını film şeridi gibi hatırlıyor ve "Devletin sopası" başlıklı bölümde şunları söylüyor: "Devlet, 21 Mart 92'de, yani Nevruz'da Şırnak'ta, Cizre'de, Nusaybin'de vuruyor. Yöre halkına devletin mesajı açık: Ben devletim, terör örgütünden güçlüyüm. Ayağını denk al, benim yanıma gel!"
Devlet sopasının neye mal olduğunu Kürtler çok acı yaşadı. Öldürülen aydınlar, komutanlar, faili meçhuller, asit kuyuları, infazlar. O günlerde Kürt adını ağzına almayan iktidarlardan ne yazık ki ne demokrasi ne de barış isteniyordu. Peki, katliamlarda "devlet sopasını" haklı gösterenlerin günahı yok mu? Ve bu günahtan on yılda bir "yanlış yaptım" diyerek arınmak mümkün mü?
Bunu demokratlar gibi PKK ve BDP çevresi de sorgulamadı. Bırakın sorgulamayı tersine o aydınlar bir gün Kandil'de bir başka gün Diyarbakır'da. Peki, dün devletin sopasına hak verenlerin bugün PKK'ya "Özgürlük savaşçısı" muamelesi çekmesi garip değil mi?
İnsanlık suçu işleyen terör örgütünden özgürlük mücadelesi veren bir örgüte dönüş yapmak değişim mi yoksa başka bir şey mi?
Yalçın Küçük'ler giderek çoğalıyor.