Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2014'ün ilk ziyaretini İtalya'nın başkenti Roma'ya yapıyor.
Dünya tarihinin iki derin kenti, dünün Doğu Roma'sı İstanbul'la, Yeni Roma arasında farklı bir ilişki var ve o yeni bir biçimle sürüyor. İki ülke, Türkiye ve İtalya arasında da geçmişe dayanan ve bugün de süren derin ilişkiler var. Yeşilköy Havaalanı'na gittiğimde şaşırıyorum. Geziye 200'e yakın işadamı katılıyor.
Bunun basit cevabı, İtalya'nın yakın bir ülke veya modanın merkezi olması değil, İtalya'nın bir KOBİ ülkesi olması. Bu nedenle farklı bölgelerden çok sayıda işadamı İtalya yolcusu.
Sadece bu da değil, İtalya, Türkiye'nin AB yolculuğuna da en büyük desteği veren ülkelerden. Cumhurbaşkanı Gül özellikle bunun altını çizdi: "Tam üyelik konusunda, AB içindeki büyük ülkeler arasında İngiltere hariç bize bu kadar büyük destek veren yoktur."
Bu nedenle İtalya gezisi, Türkiye'nin 2014'te hızlı başladığı AB ilişkilerinin önemli bir parçası. Hele AB dönem başkanlığının bir süre sonra İtalya'ya geçeceği düşünülürse...
Gezinin ilk günü konuştuğumuz Cumhurbaşkanı Gül, AB ile ilişkilerin neden önemli olduğuna dair iki önemli noktaya dikkat çekti:
Birincisi demokrasi ve hukuk standartlarıydı. Cumhurbaşkanı Gül, AB ile ilişkilerde bu standartların önemine değiniyor ve şöyle diyordu:
"Biz nihayette demokrasiye, hukukun üstünlüğüne inanan, temel hak ve özgürlüklerin AB standartlarında olması için gayret sarf eden bir ülkeyiz. Son on yıldaki reformların özü de budur. Bu şundan dolayı da elzemdir... Türkiye petrolü, doğalgazı olan bir ülke değil. Türkiye'nin zenginliği, dinamik insan gücü, genç nüfusu ve çalışkan insanlarıdır. Bu zenginliği, hukukun üstünlüğü standartları ve demokrasi ile birleştiği zaman Türkiye'nin gücü ortaya çıkar. Onun için bütün bu standartları güçlü hale getirmeye çalışıyoruz. Onun için AB ile ilişkilerimiz çok önemli."
AB ile ilişkilerdeki ikinci önemli ayak ise ekonomiydi... Cumhurbaşkanı Gül, Avrupa pazarının Türkiye için ne anlama geldiğini, yaşadığı tecrübelerden yola çıkarak anlatıyordu:
"Ekonomik açıdan baktığınızda da ticaretimizin yarısı Avrupa ile. Başka hangi ülkeye giderseniz gidin, Avrupa kadar zengin değil. Yeni pazarlar için çok uğraşıyoruz. Ben 12 Afrika ülkesini ziyaret ettim. Afrika'dan 18 cumhurbaşkanı ağırladım. Ne olursa olsun hepsinin milli geliri, güçleri bellidir. Dolayısıyla AB ile ekonomik ilişkilerimizi asla küçümseyemeyiz, ihmal edemeyiz. Türkiye'ye doğrudan yatırımlara, tahvil alımlarına baktığımızda ana kaynak yine Avrupa'dır. Bu, ayrıca başka ülkelerle ilişkilerimize alternatif değildir. AB ile ilişkilerimizin gelişmesi Ortadoğu ile İslam dünyası ile Orta Asya ülkeleriyle zayıflaması anlamına gelmez. Tam tersine burayla güçlü olması bizi diğer dünyalarla çok güçlü ve itibarlı hale getirir. Ayrıca demokratik, siyasi, hukuk standartları güçlü olan bir ülkenin kendi halkı nezdinde itibarı artar, dünyada da... Böyle geniş bir açıdan bakıldığında, bu ilişkilerimizin değeri açıktır. Bu çerçevede son temasların hepsinin yararlı olduğunu düşünüyorum."
Türkiye demokrasisini, hukuk standartlarını yükseltmek, ekonomik ilişkileri geliştirmek isterken 17 Aralık'ta ülke Cumhurbaşkanı'nın deyimiyle "türbülansa" sokulmuştu. Peki bu doğal mıydı? "
Hak etmediğimiz bir ortam içindeyiz. Hak etmediğimiz tartışmalar yaşanıyor. Nasıl kaynaklandı, ne oldu, bu ayrı bir konu."