Türkiye, 2014'e de siyaset dışı güçlerin gündemi belirlemesiyle girdi. Ne yazık ki, 17 Aralık'tan bu yana siyasi partilerin gündeme taşıdığı konuları değil, polis- yargı eksenli grubun dayatmasını tartışıyoruz.
Ergenekon ve darbe yargılamaları sürecinde de benzer şeyler yaşandı ancak o dönem devletin içindeki paralel güç kendini gizlediği ve "iyilerin yanında kötülere karşı" mücadele ettiği için bu tuzak fark edilemedi. Şimdi görülüyor ki, bürokrasinin dayatması sadece AK Parti iktidarını değil bütünüyle sivil siyaseti ve ülkeyi esir almaya yönelik.
Bu özelliğiyle dün iktidarı, bugün de muhalefeti kullanıyor. Aslında çok ince bir "siyaset" bu. Partileşmiyor ama partilerden daha çok siyasetin içinde.
Bütün iktidar odakları üzerinde "egemen" olmak isteyen "partiler üstü bir güç" olmaktan söz ediyoruz. Derin devlet gibi. O yüzden, Ergenekon mücadelesiyle, Susurluk'ta olduğu gibi "derin devlet"in tasfiyesi değil, yüzeye çıkmış, deşifre olmuş, darbeci eski aktörlerin tasfiyesi gerçekleşti.
Ve onların yerine yenileri ikame edildi. Tam da bu nedenle Başbakan Erdoğan'ın şu tanımı anlamlı: "AK Parti derin millet, onlar derin devlettir."
Paralel yapının bu kimliğini, çok net biçimde son operasyonun dış bağlantıları ve ekonomik hedefi deşifre etti. Alın Halk Bankası ve Kürt petrol parası meselesini...
Irak Kürdistanı petrolünün Türkiye üzerinden dünyaya ulaşması bölgenin özgürleşmesi, zenginleşmesi ve rahmetli Özal'ın hayali olan ticaret yoluyla bütünleşmesi anlamına geliyordu. Bu engellenerek ekonomik krizin derinleşmesi istendi. Aynı 1993 gibi.
Özal ve çevresine yönelik 93 darbesiyle 2013 darbesi birbirine çok benziyor. Hedef aynı. İkisinde de Türkiye'nin Kürtlerle birlikte olmasını isteyenlerin önü kesildi. O gün ölümlerle bugün ise tuzaklarla.
Hangisi ihanet? Siyasetin önünü açmak mı siyasileri tutuklamak mı? Bu tuzağın ilk adımı da 2009'daki Oslo süreciydi. KCK operasyonlarını hatırlayın.
Hürhaber.com'da Balıkçı lakaplı İlhami Işık bu operasyonla ilgili şu çarpıcı tespiti yapıyor: "Oslo görüşmeleri ülkeye bir ihanet olarak yansıtıldı ve Türkiye'de ana kırılma da bununla oluşturuldu. Acaba öyle miydi? Oslo görüşmesine katılan Başbakan'ın temsilcisinin, yıllardır hak arayışını şiddetle sürdürmeye çalışan örgüt yöneticilerine hak arayışının ancak siyasetle ve demokratik yöntemlerle olabileceğini söylemesi nasıl bir ihanet göstergesi olabilirdi ki?
İlginçtir PKK ateşkes ilan ediyor ama birileri, 'onlara siyasetin önü açılmalıdır' dediği gün Türkiye'nin en büyük operasyonu gerçekleştiriliyor.
Sizce demokratik siyasete davet mi yoksa bu aşağılayıcı, onur kırıcı operasyonu yapmak mı ihanet görüşmesi?"
Türkiye, gerçeği geç de olsa gördü. Peki, şimdi ne yapılmalı? 2013'te yaşadığımız krizi 2014'te nasıl aşacağız? Sorunun cevabı kendi tecrübemizde saklı.
Bir önceki yıla girerken kurulan Roboski tuzağını "çözüm süreci"ni başlatarak aşan Türkiye, bu kez de çözümü, demokrasiyi derinleştirmek, hukuku kurumlaştırmak ve özgürlükleri genişletmekte aramalı. Tek çare bu. Paralel devletin tasfiyesinin yolu da buradan geçiyor.
Kısa vadede yapılması gerekenler de belli: AB ile ilişkileri hızlandırmak, artık kasıtlı olduğu anlaşılan tutuklu milletvekillerini tahliye edecek yolu açmak, terör yasasını yeniden ele almak ve beklenen Alevi paketini açmak. Bu adımlar tıpkı geçen yıl gençlerin ölmesini engelleyen "çözüm süreci" gibi ülkeye ilaç gibi gelecek.