Başbakan Erdoğan'ın Pakistan gezisi için Trabzon'dan yola çıkıyoruz. Pakistan gezisi, tıpkı Gezi kalkışması sonrası Tunus ziyareti gibi kritik bir dönemde gerçekleşiyor.
Bir yanda yerel seçimler öncesi yargı ve polis bürokrasisinin "siyasete darbe" operasyonu var, diğer yanda o operasyonun arka planında, vesayet sistemine karşı "yol arkadaşlığı" yapılan bir cemaat, Gülen cemaati var.
Türkiye, yeni bir toplumsal kırılmanın eşiğinde, yani bir yol ayrımında. Ya bir kez daha siyaset etkin olacak ya da bürokrasi klasik iktidarını sürdürecek.
Bu özelliği nedeniyle de Başbakan Erdoğan operasyonu "kirli oyun" olarak niteliyor ve sadece AK Parti'ye yönelik değil "milli irade ve egemenliğe yönelik" bir oyun olarak yorumluyordu. Bu yoruma cevap dolaylı da olsa Pensilvanya'dan geldi. Fethullah Gülen hoca, bedduayla karşılık verdi.
Durum çok daha gerginleşmişti. Başbakan Erdoğan'ın bu dolaylı cevaba tepkisi daha da sert oldu: "Devlette paralel yapı olamaz. Paralel yapı kurmak isteyenler, devletin kurumlarına sinenler, istediğini kadar oraya yerleşin. İninize gireceğiz ininize. Didik didik edeceğiz."
Pakistan gezisine bu gerilimli ortamda çıkıyoruz. Başbakan'a eşlik edenler arasında hükümetten Zafer Çağlayan, Binali Yıldırım, AK Parti'den ise Numan Kurtulmuş, milletvekilleri Belma Satır ve Burhan Kayatürk gibi isimler vardı.
Geziye kalabalık olmasa da Türkiye'nin önde gelen işadamları ve gazete köşe yazarları da katılmıştı. Bülent Eczacıbaşı, Nihat Özdemir, Hüsnü Özyeğin, Ali Kibar, Ethem Sancak, Ahmet Albayrak, Türkiye İhracatçılar Birliği Başkanı Mehmet Büyükekşi dikkat çeken isimlerdi. Ama benim gözüm davetli listesinde olan ve cemaate yakınlığıyla bilinen Tuskon Başkanı Rıza Nur Meral'i aradı. Uçakta göremedim.
Uçakta -benim bildiğim- sadece, cemaate yakınlığıyla bilinen Zaman Gazetesi Ankara Temsilcisi ve köşe yazarı Mustafa Ünal vardı. Ünal, gazeteci kimliğiyle her zaman saygı uyandıran bir isimdi ve Başbakan'la aralarında nasıl bir diyalog geçeceğini doğrusu merak ediyordum.
Uçak havalandıktan bir süre sonra Başbakan Erdoğan dolaşmaya başladı ve herkesin elini sıkarak sohbet etti. Sıra tam arkamda oturan Mustafa Ünal'a geldiğinde herkes pür dikkat o konuşmayı izlemeye başladı.
Başbakan Erdoğan'ın şu minvaldeki sözleri çarpıcıydı: "Bu nasıl beddua, kime ediyor? Sıkıysa kime ettiğini de söylesin. İsim versin."
Başbakan Erdoğan, mücadele ediliyorsa bunun açıkça yapılması gerektiği mesajını veriyordu. O mesajın nasıl karşılık bulacağını göreceğiz ama bu gerilimli durum en çok da dünyanın dört bir yanında ticaret yapmaya çalışan işadamlarını etkiliyordu.
Pakistan gezisine katılan işadamlarıyla ara ara da olsa sohbet ettim. Diğerlerine göre biraz daha iyimser olan Hüsnü Özyeğin "Çok sürmez bunu da atlatırız" derken Ali Kibar şöyle diyordu:
"Türkiye bu tür gerilimlerin bedelini ağır ödüyor. Artık bunları aşmalıyız. Çok renkli, çok farklı bir ülkeyiz. Bir mozaik gibi herkesin kendisi olacağı bir ülke olmamamız için bir neden yok. Şu anda dünyanın en kritik ve riskli yerlerinde iş yapan bir müteşebbisimiz var. Biz Venezüella'dan mal alıp Çin'e götürüyoruz. Bu hiç kolay değil. Ama içeride ne yazık ki enerjimizi birbirimizle mücadeleye harcıyoruz. Ülkemize yazık oluyor..."
Gerçekten Türkiye enerjisini iç kavgalarla tüketiyor. Pakistan ziyaretiyle bu çok daha net görünüyor. Bugün Pakistan'da güçlü bir iktidar var ve tıpkı Türkiye'nin son 10 yılı gibi bir yatırım hamlesi yapmak istiyor. Bir anlamda Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, ülkesinin Tayyip Erdoğan'ı olmak istiyor. Bu da Türkiye'nin şansını artırıyor.
Gezinin amacı da bu şansı en iyi şekilde değerlendirmek... Çünkü 180 milyonluk Pakistan'da enerjiden altyapıya o kadar çok yatırım olanağı var ki...