Türkiye'nin 90 yıllık tarihi siyasete müdahalelerin tarihidir aynı zamanda. Sivil siyaset ne zaman başını kaldırsa, inisiyatif koysa hep engellendi. Kimi zaman tasfiyeyle kimi zaman darbeyle, kimi zaman da tezgâhla önüne geçildi.
Bu sürecin en bilinen aktörü askerdi. Elinde silah olan asker Cumhuriyet tarihi boyunca ya sivil iktidarları açık açık alaşağı etti ya da çeki düzen verdi. Sıkıştığında yargıdan medyaya, iş dünyasından sivil toplum örgütlerine herkesi devreye soktu.
Siyaset kuşatılmış, devletin kurumları esir alınmış durumdaydı.
Birkaç yıldır bu durum biraz olsun normalleşmeye başladı. Asker eksenli darbeler, muhtıralar, müdahaleler bitmiş ama risk bitmemişti.
Tam bu noktada AK Parti iktidarı Türkiye'nin 100 yıllık sorunlarıyla yüzleşmeye ve onları çözmeye kalktı.
İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Önce 7 Şubat 2012 yargı darbesi geldi. Arkasından adım adım bugünlere gelişin süreci örüldü. Çözüm sürecine karşı inanılmaz bir karşı kampanya başlatıldı ve eşzamanlı olarak "İktidar otoriterleşiyor" teziyle algı yaratılmak istendi.
Yeni Türkiye'ye karşı topyekûn bir savaştı bu. Siyasette yeni ittifaklar, yeni koalisyon arayışları gözle görülür biçimde yapılmaya başlandı. Yeni anayasayı başaramama meselesi de bunun bir parçasıydı. Hatta CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun önce sıcak baktığı, sonra vazgeçtiği Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun anlaştığı "60 maddeyi Meclis'e getirme" girişimi de bu ilişkiler sonucu rafa kaldırıldı.
Çözüm süreci gibi 100 yıllık bir sorunu çözmeye girişen bir ülkede, dershane meselesinin "ölüm kalım" meselesine dönüştürülmesi de bu planın bir parçasıydı.
Şimdi sivil siyasete açıktan müdahalenin yapıldığı yeni bir döneme giriyoruz. Milletvekili istifalarıyla -birkaç kişi daha istifa edebilir- bu sürecin işaret fişeği ateşlendi. Ve en önemlisi silah olarak yargının harekete geçirilmesiydi. Seçim sürecine girilen bir dönemde yapılanlara bir bakın.
Bu ülkenin en üst anayasal kurumu, Anayasa Mahkemesi uzun tutukluluk konusunda Mustafa Balbay üzerinden bir karar veriyor.
Diyor ki, "haksızlığa uğradın ve tahliye edilmen gerekiyor." Yerel mahkeme de bunun gereğini yapıyor. Ancak aynı şey mahkûmiyet almamış KCK'dan tutuklu BDP milletvekilleri için yapılmıyor.
Neden? Nedeni açık, siyasi gerilim yaşansın... Gezi'yle sokağa dökülmeyen PKK-BDP hattını sokağa dökerek bir taşla iki kuş vurulmak isteniyor. Çözüm süreci bitecek, iktidar siyaseten sıkıştırılacak.
Bu eski Türkiye'deki başbakanları, sivil iradeyi dinlemeyen askeri darbecilere benzemiyor mu? Onlar da kendi bağlı oldukları kurumu dinlemiyordu.
Bu açık hukuksuzluğu örtmek ve siyaseti abandone etmek için ertesi gün ne yapılıyor? Herkesi şoke eden, "yolsuzluk" operasyonu.
Bu bürokrasinin siyasete, topluma darbesidir. Bürokrasi yıllardır bu topluma kan kusturdu halen de kusturmaya devam ediyor. Rahmetli Turgut Özal sık sık bürokrasiyi aşamadığını söylüyordu. Başbakan Erdoğan da aynı şeyleri söyleyegeldi. Ancak askeri bürokrasiyle baş edildi ama sivil bürokrasi hâlâ ceberutluğunu sürdürüyor.
Siyaseten alternatif oluşturamayanlar, siyasi kaosla ekonomiyi zayıflatıp hedeflerine ulaşmak istiyor.
Seçim öncesi böyle çok yönlü bir tutuklamayı başka türlü açıklamak mümkün değil.
Siyasi partilerin, siyasi aktörlerin ve sivil toplumun tıpkı kaset tezgâhı gibi bu tezgâha da karşı çıkması gerekiyor.