Barış sürecinin en sıkıntılı partisi hiç kuşkusuz CHP... İçi kaynıyor. İşin o yanıyla ilgili gelişmeleri önümüzdeki günlerde göreceğiz ama ben, CHP'li bir milletvekilinin, Gülseren Onanç'ın döneme de uygun düşen bir çabasından söz etmek istiyorum.
Barış çabasından... Milletvekili Onanç kendi adına açtığı internet sitesinde birkaç gün önce "Barış Protokolü" diye bir metin yayınladı.
Bir an "Acaba yeni çözüm sürecine alternatif bir öneri mi?" diye düşündüm ama okuyunca siyasi değil toplumsal ve yine Kürt meselesi eksenli bir barıştan söz ettiğini gördüm.
Onanç, süreci şöyle anlatıyor: "Sevgili dostlar, siyasi yaşantımın en büyük başarısını sizlerle paylaşmak istiyorum. Güldünya Tören cinayetini eminim hepimiz hatırlıyoruz. 2004'te kardeşlerince öldürülen bu gencecik kadının ölümünün ardından, kendi ailesi ile çocuğunun babasının ailesi arasında düşmanlık başladı."
Onanç, bu düşmanlığı bitirmek için CHP Parti Meclisi üyesi arkadaşı Hüseyin Yaşar'la 6 Ocak 2013 Pazar günü İstanbul Zeytinburnu Yenidoğan Camisi'ne gider.
Camide "düşman" aileleri bir araya getiren Onanç, el yazısıyla bir barış protokolü hazırlar ve ailelerin temsilcilerine imzalatır. Bu düzeyde bir barışın bile nasıl zor olduğunu fark eden Onanç, buradan çıkardığı dersleri madde madde şöyle sıralar:
Bir: Siyaset ve siyasetçiler barışın tesisi için hâlâ etkili olabilir. Siyasilerin hâlâ bir kredisi var, en azından bazı kesimler üzerinde. Sivil toplumda başaramayacağım bir adımı siyasetçi kimliğimle başarabildim. Erkeklerin siyasilere saygısını sivil toplumdayken yaşayamamıştım doğrusu.
İki: Diyalog, sorunların çözümünde en etkili yoldur: Konuşunca acılar paylaşılıyor, paylaşıldıkça azalıyor. Düşmanınızda bile kendinizi yakalıyorsunuz. Tek haklı yok, tek doğru yok. Tarafların duyguları, beklentileri, yıkılmış hayalleri var. Biz insanlar bunları konuşarak çözebiliriz.
Üç: Din ve onun temsilcileri toplum üzerinde çok etkili: Her ne kadar ailelerin barışması için parti meclisimizden Batmanlı üyemiz Hüseyin Yaşar'ın çok emeği geçtiyse de, son buluşma, camide Siirt'ten gelen saygın bir Şeyh'in himayesinde gerçekleşti. Kuran okundu, Şeyh'in barışı öven, kadına şiddeti lanetleyen konuşması etkili oldu. Ona saygı sonsuzdu. Dini değerleri ve onların toplum üzerindeki etkisini anlamadan insanı ve toplumu çözemeyiz. Partimizin bunu anlaması gerekiyor.
Dört: Kadını ve onun haklarını her zaman ve her yerde korumak zorundayız: Dünkü buluşmada yüzlerce erkek vardı ama bu çatışmanın mağdurları olan kadınlar yoktu. Anlaşma iki aile arasındaki husumetin biteceği ve ortak arazilerin satışında tarafların birbirine engel olmayacağına ilişkindi. Erkeklerin kızları, sevgilileri, eşleri ile olan barışı bu kapsamda yer almamıştı. Orada olmayan kız çocuklarının, erken evlendirilen kızların, şiddet gören kadınların temsil edilmesine ihtiyaç vardı. O gün onların temsilcisi olabilme şansına sahip olduğum için kendimi faydalı hissettim.
Onanç, aralarına düşmanlık giren aileleri barıştırıyor ama onunla yetinmiyor. O barıştan siyasete, dine ve kadına ilişkin böylesi önemli sonuçlar çıkartıyor.
Ve son söz olarak da şunu söylüyor: "Siyaset yapmak bu olsa gerek. Hayatlara biraz dokunabilmek ve biraz olsun umut yaratabilmek. Ülkemizde esen barış rüzgârında bu barış ile biraz olsun katkı verebildiğim için mutluyum."