Şike soruşturması, ilginç bir biçimde birçok kesimi ya bir araya ya da karşı karşıya getirdi. İlk kez cumhurbaşkanıyla başbakan arasında net bir görüş farkı ortayı çıktı.
İlk kez AK Parti içinde yasanın değiştirilmesine karşı yüksek sesle muhalefet edildi.
Ve ilk kez bütün partiler anlaşarak bir yasayı değiştirdi.
Belki ilk kez değil ama şike yasası Gülen Cemaati'yle AK Parti'yi de karşı karşıya getirdi.
Fazla seslendirilmese de özel yetkili mahkemelerin savcıları da durumdan rahatsız. Mevcut yasaya göre operasyon yapıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz o yasa değiştiriliyor.
Durum gerçekten çok karışık... Şike iddianamesinin mahkemece kabul edilmesi de sürecin bir parçası.
Peki, kim haklı bu durumda?
Nasrettin Hoca'nın dediği gibi herkes haklı... Bir kere baştan şunu söylemek gerekiyor.
Türkiye ilk kez spor-mafyaşike ilişkisini ele alıp yüzleşmeye çalışıyor. Bir yol haritası yok. Ve güçlü kurumlara sahip değil. Ne yargı ne de Türkiye Futbol Federasyonu hazır değildi. Özellikle federasyon sürecin kilitlenmesine neden olan uygulamalar yaptı.
Düşünsenize elinde her tür yetkisi olan federasyon bugüne kadar kulüplerin şike ve karanlık dünyayla ilişkisine hiçbir yaptırım uygulamadı. Oysa şüphe ve kanaat bile bu tür konularda karar olması için yeterliydi.
Ama yapmadı, yapamadı.
Bu konuda da devreye siyaset kurumu girdi ve bugün tartıştığımız o "Şike Yasası"nı çıkarttı. İpin ucunu biraz kaçırarak... Çünkü caydırıcı olmalıydı.
Çok sert ve ağır cezalar getirdi. Aslında demokratikleşirken geçmişiyle yüzleşen bir Türkiye'nin milyon dolarların döndüğü, her türlü mafyatik ilişkinin kurulduğu futbol camiasına dokunmaması mümkün değildi.
Hiçbir hesabın sorulmadığı ve kimsenin de hesap vermediği bir alandı futbol camiası... O yasa sertti ama gördüğüm kadarıyla hedefine eksik de olsa ulaştı.
Fenerbahçe gibi büyük bir camianın başkanının tutuklanması "kimse dokunulmaz değil"i göstermiş oldu. Futbol camiasına bir çeki düzen verilmeli ve yeni kurallar devreye girmeliydi.
Yasalar bu tür toplumsal taleplere cevap vermek için hazırlanır.
Bir hukukçu arkadaşım cumhuriyet döneminde kervanlara çok saldırı olduğu zaman "öküzleri öldürenlere 18 yıl hapis cezası" verildiğinden söz etti. İnanılmaz ağırbir ceza ama malı koruma mantığı bu yasayı yarattı... Hâlâ yürürlükte mi bilmiyorum ama ilk şike yasası da buna benziyor.
Avrupa ülkelerinde en üst sınır sanıyorum Polonya'da ve 6 yıl... Ama şu da bir gerçek ki, Türkiye ceza yasalarından önce kurumlarını ıslah etmeli... Eğer Türkiye Futbol Federasyonu süreci iyi yönetseydi belki toplumsal vicdan bu kadar kanamazdı.
Şimdi bunu düzeltme görevini de siyaset yapıyor. Bu düzeltmede milyonlara ulaşan taraftarın etkisi çok önemli... Bu yüzden sadece AK Parti değil diğer partiler de uzak kalamadı.
Kuşkusuz olup bitenler sadece bir futbol yasasından ibaret değil. Erken de olsa bu yasa üzerinden siyasal duruşlar da sergilendi, sergileniyor.
Burada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yasayı geri göndermesi adalet sistemine güvenin sarsılmaması için gerekliydi. Başbakan Erdoğan ve Meclis'in de yasaya sahip çıkıp savunmaları siyasetin gereği... Siyaset biraz da risk üstlenme işi...
Siyaset bu süreci orta bir yol bularak daha anlamlı kılabilir. Mesela istenen ceza 2-4 yıl arası olursa kimse itiraz etmez. Bu noktada siyaset kurumunun da yıpratılmaması gerekiyor.
Meclisin önemine her defasında dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, yasada değişiklik olsa da olmasa da gelecek yasayı onaylayacak görünüyor.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkün; bu tür olaylara siyaset test gözüyle bakar ama sadece o kadar. O test, "büyük ayrılıkların işareti"mi olur yoksa "yeni birlikteliklerin başlangıcı" mı, bunu zaman gösterir.
Ama kısa dönemde her ihtimalin AK Parti'ye artı yazdığı çok açık... Hâlâ hem iktidar hem muhalefet edenler o partide...