Eylül ayında İstanbul'u gezmek kadar güzel bir şey yok. Hava çok latif ve tatlı. Asla yaz havası gibi boğmaz ya da asla kış havası gibi üşütmez.
Yürüyüşle gez. Yürümekten yorulduğun an tekneye ya da vapura atla Boğaziçi medeniyetini denizden seyret sonra tekrar in başka bir vasıtaya bin.
İster toplu taşıma ister hususi araçlarla ister tabanvay yoluyla her türlü şekilde İstanbul'un tecrübe edileceği en güzel ay eylül. Benim gibi siyasetten ve medyadan ya da benzeri zorunlu gündelik uğraşlardan sıkılanlara hararetle tavsiye ederim.
***
Başbakan Davutoğlu da geçenlerde havadan genel bir İstanbul teftişi yaptı.
Ahmet Hoca'nın medeniyet ve şehir konularına çok kafa yormuş bir entelektüel Başbakan olması İstanbulumuzun lehinedir. Elbette güzel şehrimizi gezerken güzellikler yanında bir sürü çirkinlik ya da probleme de rastlıyorsunuz. Kadim İstanbul hayatının merkezi Tarihi Yarımada'daki yani Suriçi'nde çürümeye bırakılmış o tarihi mekânlar içinizi acıtıyor. Denize doğru inen, ağaçlar ve bahçelerle çevrilmiş bir köşkler yarımadası olan Suriçi'nin yeniden bu özelliklerinin canlandırılması tüm İstanbulluların arzusu olmalı. Yakın zamana kadar bu bölge tamamen kaderine terk edilmiş ve çürümeye yüz tutmuş haldeydi.
Şu anki durum belli ölçüde toparlanmış durumdur ama halen eksik çok.
***
Kadim İstanbul'u seyreyleyerek gezerken bir adamın ismini sık sık anıyor zihnim. Dünya görüşü benden çok farklı ama İstanbul sevgisi çok derin bir adam. Hem bu bölgedeki hem de İstanbul'un farklı yerlerindeki birçok tarihi yapıyı leşhane olmak üzereyken kurtaran ve hayat öpücüğü veren kişi de büyük kültür adamı rahmetli
Çelik Gülersoy.
Bugün hâlâ insanların içine girdiğinde kendini başka bir dünyada hissetmesini sağlayan Soğukçeşme Sokağı ve Yeşil Ev'i İstanbul'a kazandıran Gülersoy'dur.
Dahası Kariye Müzesi ve çevresini, Çamlıca Tepesi'ni, Emirgân Korusu'nu, Yıldız ve Fenerbahçe parklarındaki klasik yapıları da yeniden var eden adamdır Gülersoy. Bir yapıyı kuru kuruya restore edip sonra yeniden çürümeye bırakmak hastalığını yenebilen bir öncüdür. Bir mekân işlemeden ve çalışmadan korunamaz.
Koruma ve güzelleştirmenin sürdürülebilir olmasının temeli sürekli kendini finanse edebilen bir yapıyı yaratabilmektir.
***
İşte Gülersoy bunu başardığı için İstanbul'un tarihine geçmiştir. İstanbul sevdalıları da bu felsefeyle hareket etmezse daha çooookkk tarihi yapı kendiliğinden yok olur, yerine de rezil binalar gelir. Örnek vermek gerekirse Suriçi'nde Kapalıçarşı ile Mısır Çarşısı'nın arka sokaklarındaki hanlar feci bakımsız ve çürümeye terk edilmiş durumda.
Şu an gereken restorasyon ve hayata kazandırma hamlesi yapılmazsa bu güzel hanları da kaybedeceğiz.
***
İstanbullu okurlarıma bir tavsiyem var.
Kapalıçarşı'nın Mahmutpaşa Kapısı'ndan aşağı doğru Tarakçılar Caddesi'ne gelince sola dönün. O yolun sonunda "
Büyük Valide Han"ı göreceksiniz. 4. Murad'ın annesi Kösem Sultan tarafından 1651'de yaptırılmış çok güzel bir han burası. Hanın ortasında bir Şii camii var. Üç avlusu da harap, bakımsız ve berbat. Oysa bu leşhanenin üst katına çıktığınızda göreceğiniz manzara muhteşem. Boğaziçi'ni, Haliç'i ve kadim İstanbul'u seyreyleyebileceğiniz bir yer. Buradan yandaki Bizans Eirene Kulesi'ni de görebiliyorsunuz. Yani Gülersoy'un "
Sürekli kendini finanse edebilen restorasyon ve işletme" felsefesiyle burası yeniden harika bir yer olabilir.
Eylülde İstanbul'u gezmeye ve meseleleri yazmaya devam edeceğim.