Dün 24 Nisan 1915'le ilgili zihnimdeki yolculuğu anlatmaya başlamıştım. Şimdilerde resmî görüş olarak yerleşen, 90'larda ise yeşermekte olan görüş "Kıtal değil mukatele oldu" görüşüydü.
***
Ben de zihinsel ve vicdani anlamda kendimi rahatlat- mak için bu tezi en isabetli tez olarak benimsemiştim. Bu tezi güçlendirecek okumalar yapıyordum.
***
Ermeni meselesi ve 1915 olaylarında "
Her şey karşılıklı oldu", "
Karşılıklı özür dilensin", "
Savaş şartlarıydı, kıtal değil mukatele oldu" gibi sözlere baştan şartlanmıştım.
***
Fakat "
1915'te bir soykırım yaşanmıştır" diye iddia eden hiçbir eser okumamama rağmen, "
Biz Türk tarafını tutan" eserlerde de esasen başka şeyler olduğunu hissetmeye başlamıştım.
***
Çoğu zaman bu meseleye ilişkin yazılanlar "
Hiçbir şey olmadı"dan başlıyor, "
Katliamlar karşılıklı oldu" çizgisine doğru geliyor, son olarak da "
Evet oldu, bunlar yapıldı ama olmak zorundaydı" noktasında nihayetleniyordu.
***
İşte bu noktada beynim ve kalbim bu tezleri sorgulamaya başladı. Bir Türk olarak "
Evet, katliam yaptık ama haklıydık" diye özetlenebilecek görüşe onay vermem düpedüz alçaklık ve ahlaksızlık olurdu.
***
O dönem çok okuduğum Justin McCarthy, Türk Tezi denen tezi dışarıdan destekleyenlerin başında gelen, arada bir devletin davetiyle ülkemize gelip orada burada konuşan biriydi.
***
Tehcir neticesinde oluşan inanılmaz sayıdaki kıyımı inkâr etmiyor ama "
Bu tehcir yaşanmasaydı, Doğu Anadolu bölgesi Türkiye sınırları içinde kalamazdı, dolayısıyla yapılanlar haklıydı" noktasına sözü getiriyordu McCarthy.
***
McCarthy'nin bu sözü bir anda birçok insanı tatmin edebiliyordu. "
Hee öyleyse o yapılanlar doğruymuş canım" diyebiliyordu etrafımdakilerin çoğunluğu.
***
Bu hikâyenin son kısmı bir sonraki yazımda olacak.