Belki yaş aldığım, belki eskisinden daha fazla ve sürekli artan bir hızda çalıştığım, belki lezzetlerini keşfettiğim içindir, yazı eskisinden daha fazla seviyorum.
Oldum bittim denize tutkunum. Gökyüzünün üstünüzde büyük ve mavi bir fanus gibi uzandığını görmek, mavi, tirşe, turkuaz, yeşil ve lacivert denizin ayaklarınızın altında yayıldığını fark etmek engin bir tattır. Sonbahar ve kış günlerini, gri, kurşuni, siyah gökyüzünü ne kadar seversem, yazın bu renklerini, ışıklarını, hele sararmış tarlalarını da o kadar seviyorum. O zaman adını koyuyorum: yaz mavidir, mavi mevsimdir.
Antik Yunan'dan kalma ören yerlerini sevdiğim kadar hiçbir şeyi sevmem. Oralarda kendimi yitirdiğimi, her yitirişte olduğu gibi kendimi yeniden bulduğumu biliyorum. Masmavi göğün altında, orada, binlerce yıl önce insanların yaşadığını, o büyük ve muazzam kültürü ürettiklerini düşünmek bana ayrı bir erinç verir. Bu Ege'dir. Ege, Akdeniz'dir: adalar denizi, arkipelago: baş deniz.
Geçenlerde okudum. Çeşitli insanlara sormuşlar işte ideal tatiliniz nedir, nereye gidersiniz, ne okursunuz diye. İçlerinden biri yaz Akdeniz'dir, daima orada bir yere giderim demiş. Tamamen öyledir. O zaman adını koyuyorum: yaz Akdeniz'dir. ("Ak" deniz diyoruz: Yunanlılar, masmavi bir göğün altında yaşardı, masmavi bir denizle yüz yüze; ama "mavi" sözcüğünü bilmezlerdi, "beyaz" derlerdi, "ak": glaukos genel bir addı, yeşile, sarıya, kırmızıya, açık renk, "ak" olması kaydıyla bu isim verilirdi.)
***
Yahya Kemal müthiş bir kafa. Çırağı
Tanpınar asla o pırıltıda değil. Haydi o çok kullanılmış metaforla tanımlayayım, şimdi yan yana uyuyan o iki şairi:
Yahya Kemal Dionizyak, Tanpınar Apollonyen. Kemal coşkulu, hüzünlüyken bile coşkulu, coşkulanamadığı için hüzünlü; diğeri içine dönük, mağmum, sevince boğulmuşken bile tutuk.
Çok düşündüm üstünde bu sırrın. Sonra Yahya Kemal'i okurken buldum. Akdeniz'den söz ediyor bir zamanlar
Yakup Kadri'yle
Nev Yunanilik yapmış bu büyük şair ve diyor ki, Akdeniz bize ışıkla gelmiştir, camilerimizin büyük kubbeleri ve içlerinin ışıkla dolu olması, çinilerin mavisi Akdeniz'in mirasıdır.
Müthiş bir tespit. Keşke Yahya Kemal, büyük bir vecdle gezdiği
fetih surları kadar şu antik Yunan'ın harabelerini gezseydi. Işık ve mavilikle yıkanan o mermerleri görseydi. Çoğu zaman anlaşılmayan, hatta alay mevzuu edilen şu "
duydumsa da bir şey anlamadım Slav kederinden" lafı şimdi yerine oturmuyor mu ve neden
Endülüs'te Raks'ı yazdığı Yahya Kemal'in?... Akdeniz onun zerrelerindeydi.
Ve bu nedenledir ki bir yaz şairidir. Mesela
Nâzım Hikmet'te yaz hemen hemen yoktur. "
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin" der ve ekler "
sen hasretimsin." Oysa Yahya Kemal neredeyse tepeden tırnağa bahar, deniz ve yazdır. Eh, bütün
yazseverler gibi o da bir hedonisttir ki, zaten öyledir. Haydi daha fazla incitmeyeyim, Tanpınar'da da mavilik ve yaz vardır; etkilidir de: "
ne güzel geçti bütün yaz/ geceler küçük bahçede..." diye yazar ama hüzün hemen sökün eder,
"mavi, maviydi gökyüzü/ bulutlar beyaz beyazdı/ boşluğu ve üzüntüsü içinde/ ne garip yazdı..." Yahya Kemal'se "
rüya gibi bir yazdı yarattın hevesinle/ her anını her rengini her şi'rini hazdan" diyecektir. Biri geçmiş yazı hüzünle diğeri hazla anımsıyor. Veda edilen yaz için "
sızlıyor bağrımız üstündeki dağ" diyor. ("Dağ" burada yara anlamınadır.) İşte Akdeniz!
Bir de belki şaşıracaksınızdır ama Akdeniz, bütün o
Durrell'lar falan bir yana
Camus'de çıkar ortaya boydan boya. Bambaşka bir ton ve şiddette.
İşte şimdi o Akdeniz'e gidiyorum.
Koca Balıkçı zaten orada. Ben de ona
Camus'yü ve
Kemal'i götürüyorum.
Herkese iyi bayramlar, iyi yazlar.