Benim Gezi Parkı olayları esnasında yazdığım yazılarda vurguladığım, sürekli biçimde dile getirdiğim bir nokta vardı. AK Parti'nin o olaylara katılan gençleri, olayları doğuran görüşleri kapsaması gerektiğini iddia ediyordum. İki nedenden ötürü böyle bir görüş geliştirmiştim.
***
Birincisi, o talepler
AK Parti iktidarı döneminde oluşmuş, gelişmiş bir kitle tarafından öne sürülüyordu. O gençliğin bu görüşleri üretmesi de, önermesi de AK Parti iktidarının kaçınılmaz sonucuydu. Şimdi AK Parti onları niçin kabul etmeyecekti? Eğer
demokrasi, katılım, siyasallaşmadan söz ediyorlardıysa AK Parti de on yıldır aynı kavramları dile getirmiş, onlara dayanarak siyaset yapmıştı. İkincisi, siyasal planda AK Parti'ye bir seçenek görünmüyorsa onlar da geleceği bu gençlerle, bu kitleyle kuracaktı. Onları dışlamak kendi geleceğini de zaafa uğratmak anlamına gelmez miydi?
Buna bir üçüncüsünü ekleyeyim:
diyalektik! Onu da bir örnekle açıklayayım.
1960'larda
Demirel hükümetleri Türkiye'yi önemli ölçüde dönüştürdü. Bu sanayileşmenin hakimiyet kurması, onun da yeni bir
işçi sınıfı üretmesi anlamına gelirdi. Ama aynı işçi sınıfı, sanayileşme, kalkınma, büyüme kavramlarını o kadar sıklıkla, ihtirasla vurgulayan Demirel hükümetlerini, AP iktidarlarını şiddetle eleştirmeye başlamıştı. AP,
diyalektik olarak ve kesinlikle
kapsayamayacağı bir sınıfın mücadelesiyle zaafa uğradı. Hani ihtilal evlatlarını yer sözünü biraz zorlasak bu durumu daha iyi anlayabileceğiz.
***
Şimdi benzeri bir şey daha oluyor. Geçenlerde
Başbakan Erdoğan bir açıklama yapıp yurttaşlardan
kredi kartlarını almamalarını, kullanmamalarını istedi. Onun niyeti başka bir şeydi: cebindeki kartı hesapsızca kullanan, o kartı kullanmanın para harcamak anlamına geldiğini idrak etmeyen, dolayısıyla tasarruf yapmayan bir vatandaş kitlesini uyarıyordu.
Ne var ki, AK Parti iktidarının son on yıldaki başarısı tam da bu şimdi eleştirilen husustan kaynaklandı. Bir kere bu iktidar döneminde
kişi başına gelir düzeyi arttı. İkincisi, artan gelir düzeyi
tüketimi kamçıladı. Tüketim eğilim olarak da mutlak değer olarak da büyüdü. Üçüncüsü, son on
yılın kent sosyolojisine getirdiği en önemli 'katkı'
AVM'lerdir. Bunlar hem yeni bir
sosyo-kültürel yapının ortaya çıkmasını sağlamış, hem tüketimi artırmış, hem de kent dönüşümüne,
kentin rant üretmesine yol açmıştır.
Aynı şekilde
toplu konutlar elbette bin türlü sıkıntısı olan ama her şeye rağmen
yoksulluğa sınıf atlatan bir gelişmeydi. Aynı şekilde
bölüşüm ekonomisinin fazla
sübjektif olsa bile
gösterdiği gelişme kitlelerin
yoksulluklarını unutmasına ve
gelecek umudu üretmelerine yol açıyordu. Bu tablo sayesinde
İstanbul'a 10 yılda gelen 5 milyon insan kentte tutundu, barındı, sosyal patlama olmadı. Hatta
Kürt meselesinin bir çözüm noktasına ulaşması dahi bu nedenledir.
Bu yeni yapının sembol göstergesi kredi kartıdır.
***
O '
plastik para', Başbakanın belirttiği sorunları içerse bile insanların kendilerini
güvencede hissetmesine, var oluşlarına daha farklı hatta 'ileri' bir anlam katmalarına, hepsinden önemlisi kendilerini
sınıf atlamış saymalarına yol açıyor. Kredi kartlarına bağlı bunalımların altında da bu olgular yatıyor. (Tabii, Başbakanın dile getirdiği o kabul edilemez, hatta çok çirkin banka uygulamalarına sözümüz yok.) Şimdi onların
kullanılmamasını istemek başka bir güzergaha geçişi işaret eder. Bence yapılması gereken
kullanmamak değil
akıllı kullanımı kitlelere öğretmek olmalıdır.
AK Parti bundan sonra kendisinin başarısı olan bu
yeni Türkiye'nin sorunlarını çözmekle yükümlüdür. Dışlayarak değil ama, kapsayarak.