Türkiye tarihinin neden yeterli bir demokrasi üretemediğini basit bir biçimde açıklamak kabil. Cumhuriyet dönemi siyaseti Osmanlı travması üstüne kuruluydu. Çöken değil, dünya emperyalist sistemi tarafından çökertilen bir ülke/ yönetim söz konusuydu. Kurtuluş Savaşı gerçekten önemliydi. Çünkü, dünyadaki üçüncü büyük emperyalist paylaşıma direnme kararı ve mücadelesiydi. Başardı. Ama ondan sonra da iç ve dış düşman tehdidi korku ve söyleminden kendisini alamadı. Kısacası, barış ve demokrasi politikaları güvenlik politikalarına kurban edildi.
1950'ye geldik. Soğuk Savaş başladı. Hakim bürokratik oligarşi ve askeri çekirdek bu işin tadını almıştı. İktidarda kalmanın, iktidar etmenin yolunun tehdit üretmekten geçtiğini görüyordu. Kürt meselesi, Alevi meselesi, bölünme tehlikesi vb sürekli olarak gündemde tutuldu. Hangi demokrasi işleyecekti güvenliğin demokrasiye tercih edildiği bu şart altında?
***
Gene de işledi. Ama ancak 2001 sonrasında. Çünkü korkulan iki kesimden biri
Müslümanlar siyasete yani
toplumsal bütünlüğe katıldılar. Ekonomik entegrasyon imkanını da kullanarak sistemle bütünleştiler. Bunu
barış dili kullanarak gerçekleştirdiler. Maksatları ne çatışmaktı ne bölünmek. Tersine,
demokratik bir taleple ortaya çıkmışlardı.
Kamusal, toplumsal ve siyasal alanın genişletilmesini istiyorlardı. Başardılar. Son on yıldaki barış ve istikrar bunun ürünüdür.
Türkiye modeli de bu anlama gelir.
Mısır başta,
Arap Baharını yaratan bu taleptir. Toplumun büyük ve asli unsurunun toplumsal düzende pay ve söz sahibi olmak istemesidir. Hele hele Türkiye'nin bu noktaya o karanlık
Amerikan neocon iktidar döneminde gelmesi daha da büyük marifettir. Bizdekine çok benzeri bir
güvenlik söylemli hegemonik iktidarı o sırada ABD
İslama atıfla kurarken Türkiye'nin İslamı toplumsal barış parametresi olarak kullanması hakikaten bir maharettir.
Şimdi buna
demokratik Kürt barışı ekleniyor. Toplumsal ve siyasal alandan dışlanmış diğer büyük payda olan
Kürtler de kapsandıktan sonra Türkiye demokrasi projesinin altyapısını kurmuş olacak. Yakın dönemde benzeri bir adımın da
Aleviler bakımından atılacağı kesindir.
***
Geçen yüzyıl aşılıyor Türkiye'de. Bu askerin siyasal arenadan
35. Madde değişikliği de yapılarak çıkarılmasından daha geniş kapsamlı bir adım, anlayış ve yaklaşımdır. Üstelik dünyayla bütünleşmek anlamına da geliyor. Çünkü
temsilden katılıma geçen bir demokrasinin ayak sesleri duyuluyor dünyada. O beğenmediğimiz
internet, tweet, facebook bize sanal bir dünya yaratmakla kalmadı demokrasiyi de yeniden tanımladı:
demokrasi katılımdır!
Her şey iyi, her şey güzel, fakat bir nokta bulanık.
Türkiye bu
büyük demokrasi projesine rağmen bir
iç çelişkisi yaşıyor.
Söylem ve bilinç olarak yeniden
içdış tehdit kavramlarına yükleniyoruz.
Uygulama olarak
güvenlik, polis, şiddet politikalarını öne çıkarıyor. İster kabul edelim ister etmeyelim, palalı, sopalı insanların hesabı hükümetin hanesine yazılıyor. İnsan öldürmüş polisin, sivilin mahkemeye çıkarılıp serbest bırakılması da, doğru veya yanlış, gene hükümete fatura ediliyor.
Büyük demokrasi projesi güvenlik politikasıyla çatışıyor, çatıştırılıyor.
Makro demokrasideki başarı
mikro demokrasideki tutuklukla zedeleniyor.
Gerek var mı?