Yale Üniversitesi'nin anayasa profesörlerinden Bruce Ackerman Ackerman, New York Times'da bir makale yayınladı. Mısır olaylarına eğildiği yazısında, "eğer bu ülke demokrasiyi hakikaten temellendirmek istiyorsa Başkanlık sisteminden vazgeçsin" dedi. Başkanlığın bir güç merkezileşmesi olduğunu öne sürerek, tersine, diyor, demokrasi, gücün dağıtıldığı, yayıldığı, katılımın çoğaltıldığı bir sistem olmalıdır. Ama önce bu iddialı sözlerin sahibi Ackerman'ı takdim edeyim.
Namlı bir parlamenter sistem taraftarıdır. Amerikan anayasası tarihini iğneden ipliğe bilir. Ama en çok iki kitabı benim ilgimi çekmiştir. İlki, Amerika'nın 'kurucu babalar' denen isimlerinin son aşamada nasıl yenildiğini, parlamenter yolun işlemeyip, yerini nasıl başkanlık sistemine bıraktığını anlatan yapıdır: The Failure of the Founding Fathers Jefferson, Marshall and the Rise of Presidential Democracy/Kurucu Babalar Jefferson, Marshall ve Başkanlık Demokrasisinin Yükselişi. İkinci kitapta da gene Amerikan Cumhuriyeti'nin neden başarısız olduğunu anlatır: Decline and the Fall of the American Republic/Amerikan Cumhuriyetinin Çöküşü ve Yıkılışı. Özünde su katılmamış bir cumhuriyetçidir, Ackerman. Zaten kendisini de bir 'triumphalist', sürekli olarak Amerikan anayasanın, cumhuriyetin başarılarıyla övünen, bir muzaffer olarak tanımlar. Ama der, Obama sonrası dönemde hazırladığı kitabında, Başkanlık, artık cumhuriyete zarar vermeye başladı. Darbe bir yana bu mekanizma Mısır'da da işledi.
Oysa çoğulcu, parlamenter bir demokrasi olsaydı darbe olmayacaktı demeye getiriyor.
Şimdi dönelim başladığımız yere.
***
Ackerman'ın analizi tabii ki çok yeni değil.
Fransa Cumhuriyeti de döndü dolaştı,
Başkanlık sisteminde karar kıldı.
Onu da mı başarısız sayacağız? Diyelim öyle, o takdirde neden bu iki Cumhuriyet de böyle bir noktaya erişti? Her ne kadar iki ülkenin başkanlığa geçiş tarihi ve koşulları farklıysa da sonuç sonuçtur. Bu bir.
İkincisi, o yazının son paragrafında değinildiği gibi, biz de şimdi
başkanlığa geçmeli miyiz diye soruyoruz kendimize.
Başkanlığı bir
anayasa değişikliğiyle gerçekleştirmeye çalışıyorduk ki,
Başbakan Erdoğan, açık açık
olmayabileceğini söyledi.
Üstelik Başkanlık arayışı yeni de değil.
Özal denemişti zamanında.
***
O zaman üstünde durulacak nokta,
Başkanlıkla demokrasi ve Cumhuriyetçilik arasındaki ilişki. Tersine mi işliyor bu mekanizma?
Bu ilintinin doğuş noktasını
cumhuriyet olgusu meydana getiriyor. Cumhuriyet
, halk egemenliğinin en yüksek noktası sayılıyor. Halk iradesinin yönetime egemen olması, dolayısıyla halkın egemenliğinin kristalizasyonu demek olan bu cumhuriyetçi tutum peki neden halkın seçtiği bir başkanla bütünleştiğinde o sistem 'eksik' olsun?
Bu sorunun yanıtı
cumhuriyet ile demokrasi arasındaki ince bir
zıtlıkta yatıyor.
Halk egemenliği yani cumhuriyet düşüncesi
Rousseau'nun şekillendirdiği
genel irade kavramından türemiştir. O da baskıcı bir yapıya tekabül eder. İnsan, genelin iradesinde kendisini erittiğinde özgürleşecektir der Rousseau. Oysa demokraside böyle bir iradecilik söz konusu değil. Çünkü demokrasi böyle bir
genel iradeye dayanmıyor.
Demokrasi
çoğunluk yönetimidir ama bu tanım eksiktir. Tersine, bir ülkede demokrasinin işlediğini gösteren en ciddi karine artık çoğunluk değil
azınlık iradesidir.
Dolayısıyla Başkanlık sistemi iyi bir cumhuriyet modelidir ama her şartta iyi bir demokrasi modeli olmayabilir.
Erdoğan,
Laiklikle İslam bir arada olabilir diyerek Mısır'daki devrim ateşinin fitilini yakmıştı. Şimdi, Başkanlık dışında daha geniş bir
demokratik çerçeveyi savunarak, o 48 madde talebi bana göre bu manaya gelir, Mısır'a ikinci kere yol gösteriyor olamaz mı?
Tabii önce
Mursi'ye özgürlük şartıyla...