Aynı noktada ısrar edeyim: Gezi Parkı, Türkiye'ye bir deneyim kazandırdı. Bu kesindir. Başbakan Erdoğan'ın bir heyetle yaptığı görüşmelerden sonra parkla ilgili bir referanduma gideceğini açıklaması bu nedenle önemlidir.
Böylece Türkiye'deki demokrasi yerel bir kararın o bölgede yaşayan insanlarla ortaklaşa alınması gerektiğini kaydediyor.
Umarım bu bir ilkeye ve alışkanlığa dönüşür.
***
Bu,
yerel demokrasi ile
merkezi sistemik demokrasi arasındaki farkın anlaşılmasıdır.
Türkiye,
yerel demokrasisini geliştirmeden genel anlamda bir
demokratik gelişme sağlayamaz.
Buna rağmen kabul edelim ki, yerel demokrasi kavramı bizde hiçbir vakit böyle bir anlam kazanmamıştır.
Seçimli demokrasiyi tek demokrasi yöntemi olarak benimsemişizdir.
Oysa demokrasi yerel bir unsurdur.
Taksim Meydanı'nda toplanan kitle böyle bir anlayışın yerleşmesi için çabalamıştır.
Başarılı olmuştur. Öteki talepleri bir an için kenara bırakalım. Ana talep
parkın muhafaza edilmesi ve ne yapılacaksa onun
yerel halkla birlikte gerçekleştirilmesiydi.
Referandum kararıyla bu sağlandı.
***
Burada
şeytanın avukatlığını yaparak başka bir şey sorayım. Diyelim referandum gerçekleştirildi ve
park isteyenler kaybetti. Çoğunluk parkın ortadan kalkmasına karar verdi. O koşulda gene iç ferahlığıyla park yıkılacak mı? Teorik olarak öyle.
Referandum bu demek. Her referandum kararı ayrıca yerden göğe kadar hukukidir.
Ne var ki, çağdaş demokraside bunun yeterli olup olmadığı önemli bir konudur.
Gene aynı noktaya geliyoruz ve
çoğunluk ile demokrasi arasındaki ilişkinin hem vazgeçilmezliği hem de sorunlu yapısı hakkında düşünmeye başlıyoruz. Hukuki olanın meşru, meşru olanın vicdani olup olmadığı hakkında kafa yoruyoruz.
***
O zaman şunu söyleyelim: demokrasi hele büyük konular söz konusu olduğunda tek dereceli kararlarla yetinmemelidir. O tür kararlar adım adım, aşama aşama oluşturulmalıdır.
Hele hele yerel kararlarda
mikro siyasetler çok daha önemlidir. Neticede insanların kendi hayatlarını ilgilendiren konulardır söz konusu ettiğimiz.
Şuraya geleceğim: Türkiye,
tek bir merkezden daha fazla yönetilemez diyoruz. Aynı şekilde,
Türkiye'nin çoklu yapısı ister istemez
tek bir etnisite temeline oturmuş bir
merkezi devlet yapısını bundan böyle sürdürmekte zorlanacak. Onu da biliyoruz. Bütün bunlar zaten
yerellik politikalarını, uygulamalarını hazırlayan, hızlandıran, güçlendiren faktörler.
***
Makro demokrasi gündeme geldiğinde bu esnemelere kapı aralamaya çalışan ve
mikro demokrasilere yönelmeyi düşünen Türkiye'nin yerellik konusunu da aynı mantıkla ele alması gerekiyor. Bugünkü dünya
çoğunluk dünyası değildir.
Çoğulculuk dünyasıdır.
Makro politikalar çağı geride kalmıştır.
Mikro siyasetler dönemindeyiz.
Temel saptamam aynı:
AK Parti bütün bunları bugüne kadar kendi ölçeğinde büyük bir başarıyla uyguladı.
2002'de iş başına gelen AK Parti iktidarı,
1994 yılında iktidara gelen partinin bir uzantısıydı.
Yerel siyasette bu derecede başarılı olduğu için genel siyasette de başarılı oldu. Hatta biraz zorlama pahasına şunu da ekleyeyim: şu herkesi heyecanlandıran
Kürt barışını AK Parti
merkezi siyaset üstünden değil
yerel siyasetler yolundan yürüyerek başaracaktır.
Makro siyasetten mikro siyasete geçiyoruz.
Büyük harfle yazılan 'özel isim' Taksim'i de küçük harfle yazılan taksime dönüştürelim.
Not: Çarşamba günü tam bir dalgınlıkla 'Beyaz Saray sözcüsü' dediğim Tip O'Neill, Temsilciler Meclisi Başkanıdır. Özür dilerim.