Belki Fransa'dan söz etmek biraz aykırı düşebilir ama o kanaatte değilim. Çünkü bu hafta boyunca yazdıklarımla birlikte düşününce iki şey aydınlığa kavuşuyor zihnimde.
***
Birincisi, Türkiye, bir açıdan
1839'dan beri (
Tanzimat Fermanı'nın okunduğu yıl), bir başka açıdan
1889'dan beri (
1908 Jön Türk devrimini gerçekleştirecek kadronun en önemli ismi, Meşveret'in kurucusu Ahmet Rıza Bey'in Paris'e gidip faaliyetine başladığı yıl) reform, devrim, dönüşüm gerçekleştirmek için artık Fransa'yı kendisine kaynak almasına ihtiyaç kalmamıştır. Daha açık söyleyeyim:
Türkiye Fransa'yı aşmıştır.
İkincisi, Fransa 1789'da, Fransız Devrimi'nde donmuş, onu ötelemek isteyen
Tocqueville ve
Furet gibi düşünürleri kavrayamadı, devrimin temel ilkelerini bugünkü dünyanın gereksindiği
demokrasi uygulamasıyla bütünleştiremedi. Tam tersine çağın gerisine düşmüş, arkaik ve içine kapalı bir anlayışla kendi kendisini hapsetti.
***
Fransa bugün
İslam'la, bünyesindeki
azınlıklarla olan ilişkisine bakarsanız şaşılacak bir konumdadır.
Sarkozy gibi zaman zaman faşizan siyaset uygulayan bir kişiyi başkan seçmesi bile içinde yaşadığı kısıtlamaların bir göstergesidir. Bir türlü üstünden atamadığı
İslamofobi, bir türlü yakasını kurtaramadığı
sekülarizasyon, bu maksatla sürdürdüğü
yasakçı zihniyet Fransa'yı neredeyse tarihindeki özgürlükçü anlayışı inkâr eden bir ülke konumuna getiriyor.
Aslında, Fransa her zaman sorunlu bir ülkeydi. İktidar delisi "filozof"
Bernard- Henry Levy'nin gençliğinde yazdığı bir kitap da daha yüzlercesi de bu ülkenin özgürlüklerin kurucusu olmakla birlikte
Faşizmle her zaman iç içe olduğunu ortaya koymuştur. Fransa içinde uyuyan bu canavarı hiçbir zaman öldüremedi.
Helal kesim diyerek,
türban diyerek,
burka diyerek uyguladığı dışlayıcı, manasız politikaları henüz pozitif bir laiklik anlayışıyla aşamadı.
***
Çok eksiği olsa da, arada bir zaman ve emek kaybına yol açan patinajlar yapsa da, kendi içindeki
kötü milliyetçilikle hesaplaşıp henüz onu boğmasa da,
ırkçı eğilimlerini arada bir hortlatsa da Türkiye, Fransa'dan çok farklı bir yerde. Anglosakson tarzı bir modelin kendi
çok kültürlü yapısına daha uygun olduğunu kavradı.
Tek etnisitenin,
Türklüğün, hâkimiyetine dayalı bir milliyet ve yurttaş anlayışıyla daha fazla devam edemeyeceğini gördü. Çoğulculuğun yararlı ve üretken bir boyut taşıdığını ayrımsadı.
Vesayet rejiminin demokratikleşmeyi engellediğini fark etti.
Pozitif laikliğin ve
dinle tümleşmiş bir modernleşmenin mümkün olduğunu saptadı.
Bu şartlar aslında Türkiye'nin Fransa tipi (siyasal) modernleşmeden uzaklaştığı anlamına geliyor. Bu bizim modernleşme öykümüzün en önemli dönemeçlerinden biridir.
Sonuç mu? Türkiye ile Fransa'nın ilişkileri bozuldu. Bu bir rastlantı değil. Bu, birbiriyle temel felsefelerinde neredeyse artık taban tabana zıt iki ülke arasındaki model uyumsuzluğunun, uzlaşmazlığının bir sonucudur, onun nesnel bir uzantısıdır.
***
Külahları değişelim: Fransa yüzünü Türk modernleşmesine dönsün, onu ithal etsin.