Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Müslümanlar ve Kürtler: İki kimlik politikası

Türkiye'de demokrasinin yeni ve daha ileri bir evreye taşınması Müslümanlar eliyle olabilir derken acaba kimlik siyaseti üstünden bir kurgu mu yapıyorum?

***

Kaçınılmaz olarak öyle. Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye'de 1990 sonrasındaki demokratik hamlelerin yapılmasını sağlayan, AB üstünden gelen demokratikleşme taleplerine öncelikle sahip çıkan ve onları siyasal bir talep haline getiren kendisini Kürtler ve Müslümanlar gibi kimliği etrafında tanımlayan kesimlerdi. Bunda şaşacak bir şey yok. Çünkü Cumhuriyetin anladığı ve yapabildiği siyaset de son tahlilde bir kimlik politikası etrafında biçimleniyordu. 1990'larda sorun onun aşılmasına dönüktü, yani homojen bir Türk kimliğini, en azından alt kimlik-üst kimlik bağlamında kırmak maksadına matuftu.
Bugüne, buraya kadar gelindi. Hâlâ da çok fazla bir yere gitmiş sayılmayız. Kürtlerin talepleri kapının önünde bekliyor. Anadilde eğitimden daha bin türlü şeye kadar devam eden bir palet var ve Türkiye'de devlet, üstelik de şimdi Müslümanların denetimi altında, bunların ne kadarını kabul edeceğine karar vermekle zaman geçiriyor.
***

Öyle, çünkü ortada çok önemli bir çelişki var. Müslümanların Türkiye'de kültürel planda bir sıkıntısı bulunmuyor. Kimlik derken kendilerini "Türk ve Müslüman" olarak tanımlıyorlar ve 1980 sonrasında ağırlık kazanmış olan Türk-İslam sentezi bu bakımdan epey rahatlatıcı bir etkiye sahip. Aslında Müslümanların devletle uzlaşması ve klasik cumhuriyetçi-laik görüşün esnetilmesi o dönemde başlamıştı.
Fakat Müslüman kesimin laiklikle bir sorunu var. Çok haklı biçimde bu kesim içe dönük bir laiklik anlayışını dışa dönük, dışlayıcı bir laiklik anlayışını kapsayıcı bir laiklik anlayışıyla değiştirmek istiyor. Ama bunu kimlik siyasetinin değil devletin ve sistemin bir sorunu olarak görüyor. Oysa yanlış bu. Laikliğin Müslüman kimlik bağlamında dönüştürülmesi de açık bir kimlik siyasetedir. Nitekim devletçi bürokrasinin tepkisi bu nedenle ayaktadır.
Öte yanda Kürt talepleri doğrudan kültürel kökenli siyasal arayışlar olarak biçimleniyor. Asıl manasında devletle çatışma bu noktada devreye giriyor. Kendisini kültürel bir pozisyonda tanımlamış olan Cumhuriyet, Türkiye'de, kültürel talepler söz konusu olduğunda ayağa kalkıyor. Çünkü Türkiye'deki siyaset vatandaş/ birey- devlet çizgisinde değil, devlet- vatandaş/ birey çizgisinde kurulmuştur. Devletin kurucu kavramlarını vatandaşın kabul edip benimsemesi esasına dayalıdır. Ama 1990'lı yıllar bize kültürel olanın siyasal da olduğunu öğretti.
***

Geçen hafta Taraf'ta peş peşe yazdığı yazılarda Erol Katırcıoğlu bu kimlik konusuna değindi ve kimlik siyasetinin demokrasinin sınırlarını bir noktaya kadar genişleteceğini, ötesine geçemeyeceğini vurguladı. Onun ötesi besbelli vatandaşlık kavramının en geniş anlamda anayasaya dercedilmesi. Ama Türkiye henüz o noktada değil. Türkiye daha bir süre kimlik kökenli arayışlarla siyasal yolunu bulmaya çalışacak. Yeni anayasa bu nedenle önemli. Siyasalın kültüreli boğduğu bir anayasa mı yapacağız yeniden, yoksa kültürelin siyasalı tanımladığı bir anayasa mı?
Soru budur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA