Çarşamba günkü yazımda Türkiye'deki Bonapartizmin kökenleri ve bugüne nasıl intikal ettiği konusunda yazmıştım. Bugünküne yeni Bonapartizm demekte bir sakınca yok. Bunlar, yani Bonapartistler, ordunun siyasal alana müdahale etmesini bekleyenlerdir ve o nedenle orduyu da kapsayan bir demokratikleşme, sivilleşme ve hepsinden daha önemlisi hikmeti hükümet denilen ve devleti her yaptığında haklı gören ve gösteren zihniyetin devamından yana olanlardır.
Tarihte aynı şeyin ikinci kere yaşanması bir komedi olarak cereyan ettiğinden bugünkü Bonapartistler geçmişe nazaran düşüncelerini daha mahcup ifadelerle dile getiriyor ve hiç değilse 'darbelere karşıyız' demek ihtiyacını duyuyorlar. İlginç olanı bunların kendilerini solda görmeleri, göstermeleridir. Hepsinin zamanında CHP ile irtibatlı olmasıdır. Bu, Türkiye'deki solun hali pür melalini anlatan ve niye bir sol oluşumun gerçekleşmediğini açıklayan en önemli delildir.
AB sürecinden ve Türkiye'nin demokratikleşmeyi bir genel ilke olarak benimsemesinden sonraki girişimlerini Bonapartistlerin 'ikinci hayatı' olarak nitelendirmek gerekiyor. Komedi olması daha çok bu nedenledir, ikinci hayatını yaşadığı için değil. Daha liberal bir sistematiğin ve daha sivil bir yönetimin karşısında otoriter ve militer yapıların bugünkü dünyada işlevinin kalmadığını bir tek onlar anlamadı. Onlar dediğim, cunta ve darbe girişimlerinde bulunanlardır. Yoksa ordunun bir bütün olarak bu modellere taraf olduğunu düşünmemek gerekir. Ordu, 21. yüzyıla dönük yeni konsept hazırlığı içinde bulunduğunu ve demokrasiden yana olduğunu dile getirmiştir. Geçmişte de benzeri ifadelerde bulunmasına rağmen yaşanan darbe girişimleri belki bir inandırıcılık zafiyeti doğurmaktadır ama böyle bir saptamada bulunmak bile tek başına çok önemlidir.
Oysa aynı ordunun içinde belli bir kesim yani yeni Bonapartistler AB'den vazgeçip Avrasya'ya yönelmemiz gerektiğini savunmadı mı? AB ve Avrasya birbiriyle uzlaşmıyorsa ordunun büyük bölümünün bu tür yaklaşımlarda bulunanları bünyesinde istemeyeceğini düşünmek niçin yanlış olsun? Yeni Bonapartizmin çarptığı ilk kaya budur, bizatihi ordunun kendisidir.
Türkiye'nin yakın geçmişi insanın fazla iyimser olmasına her zaman engeldir. Yakın tarihin hafızası liberal/demokrat/sivil kesimlerin yenilgilerinin de tarihidir ama bazı yenilgiler, öyle görünseler de, toplumların o eksende ilerlemesini durduramaz. Türkiye'de bugün yeni Bonapartizmin tıkandığı ikinci nokta budur. Fakat bu kaldıraç noktası hızla kayabilir. Büyük tehlike bu olduğundan biraz daha açayım.
1982 Anayasası'na toplumun neredeyse tamamı denecek ölçüde büyük bir kesimi olumlu oy vermişti. Bunun nedeni aracı kurumların olmamasıydı. Toplumla asker karşı karşıyaydı ve siyaset sadece fiili olarak değil, çeşitli marifetlerle, anlamsal ve zihinsel olarak da iflas etmişti. Sadece orduyla baş başa kalan halk ona destek vermeyip de ne yapacaktı? Unutmayalım ki, her toplum antropolojik olarak devleti bir nihai hal çaresi olarak görür. Hele Türkiye'de bu büsbütün böyledir. Halk bu düşünceyle o dönemde devleti sahiplenen orduyu destekledi.
Oysa 1961'de durum çok farklıydı. Siyaset henüz ayaktayken, güçlü ve güvenilir bir kurumken, işlerken darbe gelmişti. DP yanlıları darbeyi kendilerine karşı görüyorlardı ve CHP tarafından gerçekleştirilmiş sayıyorlardı. Anayasa oylaması da bu zıtlaşmanın içinden çıktı ve toplumun % 40'ı onu açıkça reddetti. Dayanacak kurum bulduğunda halkın Bonapartizmi nereye kadar itebileceğinin güçlü örneği budur.
Şimdi benzeri bir durumla karşı karşıyayız. Darbe girişimleri nispeten zayıflamışsa, karşılık bulamıyorsa en güçlü nedeni siyasetin işlemesidir. Eğer siyaset kurumu ayakta kalabilirse, eğer siyasal/sivil irade kendisini toplumsallaştırıp halka kabul ettirirse ve bir toplumsal uzlaşma merkezi haline gelebilirse Türkiye'de yeni Bonapartizmin şansı olmayacaktır. Ama siyaseten yıpranması halinde ve siyasal boşluk oluşturması durumunda yeni Bonapartistlerin hamle üstünlüğü sağlayacağı kesindir.
İşin başı siyasettir ve siyasal iktidarın bunu bir an unutması ağır bir sorumluluktur.