Oslo barış süreci, "koordinatör ülke" temsilcisinin girişimiyle, 2005-2006'da başladığında, Tayyip Erdoğan'ın devrede olduğunu sanmıyorum. Zaten, Afet Güneş'in PKK temsilcilerine yönelik sözlerinden de anlaşılıyor: "Muhataplarımızın zaman zaman beklentilerini alıyoruz. Bizi daha farklı bir profilde görmek istediklerini söylüyorlar. Zaman zaman rencide etti neden bu güvensizlik diye. Ancak zamanı geldiğinde, siyasi iradeye daha yakın kişilerin bu platformda yer alabileceğini belirtmiştik... Sayın Fidan bizimle birlikte bu toplantıya katıldı. Kendileri Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı; onun da ötesinde Başbakan'a en yakın kişilerden biri."
Açıkça görülüyor, temaslar, önce siyasetin dışında gelişmiş ve Hakan Fidan ancak 5. Oslo (12- 13 Mayıs 2011) toplantısına iştirak etmiş. İktidarının ilk yılları, Erdoğan ve AK Parti için çok zor geçen yıllardı. Terör tırmanıyordu. Yakalanmasından sonra Öcalan, süresiz ateşkes talimatını vermişken, AK Parti'yle birlikte yeniden şiddet eylemlerini başlatmıştı.
AK Parti'nin iktidara gelmesiyle, PKK'nın aynı anda hareketlenmesini bir kenara yazın. Cumhurbaşkanlığı seçimi arefesinde (2007), şehitler üzerinden siyaset hesapları yapıldığını, cenazeye katılan AK Partili milletvekillerinin, bakanların nasıl yuhalandığını ve bu olayların gazetelerde manşet olduğunu hatırlayın. Hesap, ele geçen Ergenekon belgelerinde de görüldüğü gibi, terör eylemleriyle milliyetçi partilerin tabanını genişletmek, AK Parti'yi yıpratmak, sonunda yargı darbesiyle kapatmaktı. Aynı tarihlerde, azınlıklara yönelik suikastlar (Rahip Santoro, Hrant Dink, Zirve Yayınevi katliamı) işleniyor, Danıştay saldırısıyla, irtica tehdidinin ulaştığı boyutlar anlatılmak isteniyordu.
Oslo süreciyle nasıl bir mutabakata varıldığı ortada: Ya uzun vadede Irak ve Suriye'yi de içine alacak olan, sonuç itibariyle Misak-ı Milli sınırlarını aşan bir büyük özerk Kürdistan'ın kurulması çabalarına onay vereceksiniz, ya da, "Halk savaşı"başlayacak. Öcalan'ın bu mektubunu MİT mensupları elleriyle Kandil'e götürüp, Murat Karayılan'a teslim ediyor. Öcalan'ın mektubunun son satırlarında yer alan cümlelerine dikkat çekmek isterim: "Ya demokratik çözüm ve barış, ya da Halk Savaşı... Heyetin, yeni teşkil olunan hükümet ve Meclis Başkanlığı üzerinde geliştireceği çalışmalar bu konuda belirleyici olacaktır."( 6 Temmuz 2011)
Silâh ve şiddetten güç alan bir dayatmayla karşı karşıya bırakıldığımız ortada. Savcı Fikret Seçen, tahkikatın mahiyetini açıkladı: "Hükümetin barış politikalarının soruşturulmaya tâbi tutulması söz konusu değildir. Bazı devlet görevlilerinin (MİT'çilerin) kendilerine yürütme organı tarafından verilen görevin dışına çıktıkları, örgütün eylemlerini gerçekleştirmesine yardım ettikleri şüphesini doğuracak deliller ele geçmiş, soruşturma bu sebepten başlatılmıştır."
Kimse, olayların üstünü örtmeye gayret etmesin. Bir ihanet varsa bu ortaya mutlaka çıkmalı.