Bizim insanımız, oruç ibadetine ayrı bir önem ve değer vermiştir. Sadece namaz kılan dindar kişiler değil, toplumdaki değişik siyasî ve sosyal görüşlere sahip fertler de oruç tutarlar.
Bunda, örf, âdet ve an'aneler ile toplumdaki kınama duygusunun da tesiri olduğu düşünülebilir. Ancak, cemaatten cemiyete doğru süratle değişen sosyal yapıda, bu nevi gelenekten doğan etkilerin azalmasına rağmen, dinî değerlere karşı ilgi artmaktadır. Lâkin bu olguyu 'muhafazakârlaşma', hele modernleşme karşıtlığı olarak anlamak yanlıştır.
Yapılması zor bir ibadet olmasına rağmen, nüfusun yüzde 80'inin isteyerek oruç tutması, ancak orucun verdiği manevî haz, lezzet ve huzurla izah edilebilir.
***
Türkiye'de,
'Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı Kimliği' ve
'Türk Kimliği' son derece önemli üst siyasî kimliklerdir.
Lâkin
'Müslüman Kimliği'ni, -lâikliğe aykırı bulma hamakatını göstermezseniz- toplumun yüzde 99.8'inin birleştiği müşterek kimlik olarak alabilirsiniz. Elbette bu durum, toplumun yüzde yüzünün üzerinde birleştiği (birleşmesi gereken)
'Vatandaşlık Kimliği'nin ve bu çerçevedeki
'Türk Kimliği'nin önemini, değerini ve zorunluluğunu azaltmayacaktır.
Türkiye'de
'Müslüman Kimliği' bölücü ve ayrımcı değil, birleştirici olmuştur.
Osmanlı'nın son döneminde gerçekleştirilen nüfus sayımlarında sadece
'Müslimgayrimüslim' tasnifinin yapılmasının sebebi budur.
Lozan'da da, bu sebeple sadece
'gayrimüslim azınlık' kabul edilmiş;
İslâm'ın çeşitli uygulamaları, soy ve dil farklılıkları, uzun ve şiddetli tartışmalardan sonra,
'azınlık' sayılma sebebi olarak görülmemiştir.
Uzmanların ortak görüşlerine göre
'kültür', hayat tarzını, yaşama biçimini gösterir.
Türkiye'de bu anlamda kültür farklılıkları son derece sınırlıdır.
Türkiye'nin kültürel zenginliği, birbirinden farklı çeşitli kültürlerin, yani
'çokkültürlülüğün' zenginliği değil, aynı ortak yaşama biçiminin zengin çeşitliliğidir.
Türkiye'deki kültürün temelinde
İslâmî değerler yatar.
Kürt kardeşlerimizin tamamı da koyu dindar
Müslüman'dır.
İslâmî değerlere çok önem verirler ve genellikle ibadetlerini edâ etmeye çalışırlar. Hele
Ramazan orucu konusunda çok hassastırlar.
Bugün,
Güneydoğu'da ücra bir köyde iftara misafir olarak gitseniz, sizi ağırlamak için nasıl çırpındıklarını görürsünüz.
Kürtleri,
Türkiye'nin ve
Türk Milleti'nin bir parçası yapan en önemli özellik, ortak
'Müslüman Kimliği'dir. Merhum
Özal da,
Başbakan Erdoğan da bu gerçeği görmüşler;
İslâm'ın millî birliğin çimentosu olduğunu idrak etmişler ve
Güneydoğu halkı tarafından benimsenip sevilmişlerdir.
Bu mübarek
Ramazan gününde,
Trakya'da,
Marmara'da,
Ege'de,
İç Anadolu'da,
Karadeniz'de,
Akdeniz'de herhangi bir şehirde, kasabada ve köyde yaşananlarla
Doğu'da ve
Güneydoğu'da yaşananlar, yani kültürler arasında hiçbir fark yoktur... Ezanlar okunur, iftarlar yapılır, akşam namazları ve teravihler kılınır, davullar çalınır, sahurlara kalkılır, iftar dâvetleri verilir. Yenilen yemeklere, söylenen türkülere, yakılan ağıtlara bir bakınız, hiçbir fark göremezsiniz.
Alevîler ile hem dinî hem de etnik alt kimlik bakımından müştereklik vardır. Daha doğrusu, bir
'Türkmen Alevî'nin, bir
'Sünnî Türk' ile hiçbir kimlik farkı yoktur.
Alevîlerin büyük kısmı, bazılarının sandığının aksine oruçlarını tutarlar; ayrıca bir de
Muharrem Ayı'nda 10 gün daha oruçludurlar. Bir kısım
Alevî sadece
Muharrem'de oruç tutar.
Alevîler de ortak
'Müslüman Kimliği'ne sahiptir. Bu mübarek ayda, geliniz bu tartışmaları bir kenara bırakalım.
'Farklılıkları' değil,
'benzerlikleri' konuşalım.
Sadece
Kürtleri değil,
Lozan'da farklı statü içinde yer alsalar da, ülkemizdeki
Ermenileri,
Yahudileri ve
Rumları da kucaklayalım. Onları da, iftar sofralarımızın bereketine ve
Ramazan'ın huzuruna ortak edelim.
Ramazan'ın huzuru ile birliğimizi ve dostluğumuzu güçlendirelim.
Ramazanınız mübarek olsun sevgili okuyucularım.