Filistin otoritesi ile İsrail hükümeti, ABD'nin büyük baskısıyla çözüm için aylar önce masaya oturmak zorunda kaldılar. Bu süreç, Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından neredeyse şahsen baskı uygulanarak bir noktaya getirilmek istendi. İsrail Başbakanı Netanyahu ve hükümeti, Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmeleri sürdürürken, uzun yıllardır hasım haline gelmiş olan FKÖ ile Gazze'de iktidardaki Hamas, bir araya gelerek bir "milli mutabakat" hükümeti kurduklarını açıkladılar. Netanyahu, "Hamas terör örgütü, biz bu koalisyonla ilişkilerimizi yürütmeyiz" diye çok ciddi tepki verse de, görüşmeler ABD baskısı sayesinde kesilmedi.
Tam bu aşamada Batı Şeria'da üç İsrailli genç çocuk kaçırıldı. 18 gün sonra cesetleri bulundu. Kıyamet ondan sonra koptu. Kudüs'te genç bir Filistinli çocuğun cesedi, işkence edilmiş olarak bulundu. İsrail bir harekât başlatarak Gazze'yi bombalamaya başladı. Diğer yandan, Gazze'den İsrail roket saldırısına tutuldu. En gelişmişi 160 km menzile sahip bu roketlerin yüzlercesi, neredeyse tüm İsrail halkını devamlı tehdit altında tutabiliyor. Ne var ki, gerek hassas biçimde hedefe yönlendirilememeleri, gerek İsrail'in anti-balistik "Demir Kubbe" sistemi, bu roketlerin can kaybına yol açmasını engelliyor.
Gazze'de ise, saklanacak yer dahi olmadığı için, sivil halk artık kaçıncı olduğunu sayamadığımız bir katliamla karşı karşıya… Ölü sayısının yüz mertebesinde olduğu, yaralıların çok daha fazla olduğu büyük bir kıyım sürüyor. Yaşamını yitirenlerin neredeyse tümü sivil halk, önemli bir bölümü çocuklar. Bu saldırıların sonunda, alışılagelen tepkiler oluştu: Birincisi, İsrail saldırılarının kınanması hep çok uzun zaman alıyor, o da son derece yumuşak bir üslupla yapılıyor. İkincisi İsrail halkı, saldırı altında olduğunu görüyor, askeri harekât ile tüm Gazze'nin temizlenebileceğini düşünüyor. Üçüncüsü, Likud koalisyonu askeri bir çözüm olabileceğine hem kendini, hem de kamuoyunu inandırmaya çalışıyor. Dördüncüsü, İsrail hükümeti ile tüm Yahudi halkı aynı kefeye konarak, yoğun bir anti-semitizm kampanyası başlıyor. Sonuncu olarak da, Gazze'de, ne Hamas'ın ne de başkasının kontrol edemeyeceği, hayattan hiçbir beklentisi kalmamış geleceğe kuşkuyla bakan, umutsuz, tehlikeli bir nesil yetişiyor, ilerde bunların intikam hissiyle neler yapacağını göreceğiz.
Sorulması gereken soru şu: İsrail ne istiyor? Hangi sınırları, hangi koşullarda kabul edecek? Gazze'yi 11 Eylül sonrası Afganistan'a, Batı Şeria'yı da bağımsızlık öncesi Cezayir'e çevirerek, insanların mutlu ve güvende yaşayacakları demokratik bir Yahudi devleti var edilemez. Bölgede, bu koşullar kalıcı biçimde değişmezse, ne enerji üretimi, ne ticaret, ne diplomatik ilişki hiçbir altyapı kurulamaz.
Türkiye, böylesi bir denklemde ne yapabilir? Her şeyden önce, İsrail ile Türkiye'nin ilişkilerinin düzelmesi, Akdeniz havzasını, oluşturulacak doğal gaz hatlarını, Kıbrıs'ı ve bütün Orta Doğu'yu istikrara kavuşturabilecek bir açılım oluşturacaktı. Bu girişimlerin gündemden kalkması, çok farklı boyutlarda bütün açılım ve barış umutlarını yok edebilir. İsrail, bölgenin diğer yegâne demokratik ülkesi Türkiye ile işbirliğini bir an önce ve kapsamlı biçimde canlandırmalı. Başbakan Erdoğan'ın bu aşamada, bölgede oynayabileceği çok önemli bir rol bulunuyor ve bunu herhangi bir diğer ülkenin ya da siyasetçinin üstlenmesi mümkün görünmüyor. Bu girişimler bir an önce gerçekleşmezse, tüm Orta Doğu daha da beter bir kan gölüne dönecek, İsrail ve ABD'nin bu konuda çok acil adım atması, zaten dev bir savaş alanına dönen bölgede herkese umut teşkil edecek bir girişimi başlatması gerekiyor. Bu sadece siyaset yapmak değil, aynı zamanda bir insanlık görevi…