İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana olmadık şiddette bir çatışma, Ukrayna topraklarında sürüyor. Ülke, doğusu ve batısı ile siyaseten ve askeri olarak ikiye bölünmüş bulunuyor. Batı Ukrayna ve toplumun çoğunluğu, AB ile bütünleşmeyi kendisine yegâne hedef olarak görüyor. Doğuda, çoğunluğu Ruslardan oluşan topluluk ise, Rusya ile SSCB döneminde olduğu gibi çok yoğun bir birliktelik istiyor. Bir yanda, Fransa, Almanya ve Polonya'nın önde olduğu, ABD tarafından da desteklenen AB cephesi var, Kiev'de yeni seçilen Cumhurbaşkanı Poroşenko'yu destekliyorlar.
Diğer yanda, Vladimir Putin ve onun adamları var, devrik Başkan Yanukoviç başta olmak üzere, Donetsk ve çevre kentlerde, üniformasız Rus askerleri ve yerli milisler, merkezi hükümete meydan okumayı sürdürüyorlar.
Putin, Kırım'da uluslararası düzeyde kimsenin tanımadığı bir halkoyu düzenlenmesine yeşil ışık yakarak, Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılıp Rusya Federasyonu'na katılmasını kabul etti. Böylelikle, SSCB döneminden kalan büyük donanma üssü ve limanlar da Rus yönetimine geçmiş oldu. Bunun da ötesinde, Rusya ile Ukrayna arasında devam eden doğalgaz geçişi ve Ukrayna'nın doğalgazdan kaynaklanan dış borçları konusu da, Rusya'nın istediği gibi bir çözüme itilmiş oldu. Kırım'ı ilhak eden Rusya, Ukrayna kıta sahanlığından geçmeksizin Karadeniz altından Bulgaristan'a göndereceği Güney Akım projesinde siyasi bir avantaj elde etti.
AB buna karşı, ilk başlarda son derece temkinli adımlar atarak, Ukrayna'da bir iç çatışma çıkmasına taraf ya da neden olmak istemedi. Bu kadar temkinli olmasının en önemli nedenlerinden biri, AB içinde Güney Kıbrıs, Bulgaristan gibi üye ülkelerin, Rus yönetimi ile son derece yoğun ilişkiler içinde olmalarıydı. Siyaseten, AB Ukrayna'da, Rusya'ya karşı birleşik bir cephe oluşturamayacağından da çekindi.
Gelişmeler, Ukrayna'daki çatışmaların giderek bir sivil savaşa dönmeye başlaması, Vladimir Putin'in klasik SSCB stili bir politika uygulayarak diplomatik alanda kabul ettiklerini sahada reddedecek tutumlar takınması, AB'yi daha ciddi tavır almaya itti. Fransa ile Almanya'nın yaptığı arabuluculuk sayesinde ayrılıkçı milisler, geçici bir ateşkese razı oldular. Ama asıl sorun, bir tarafta Rusya'nın dayattığı Gümrük Birliği, diğer tarafta AB'nin önerdiği "Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Alanı" anlaşması arasında bir seçim yapacak olan Ukrayna'nın geleceğini nasıl belirleyeceğinde yatıyor.
AB, bu koşullarda Ukrayna'ya üyelik dışında önerebileceği en derin bütünleşme türünü öneriyor. Ancak, bizim Türkiye'de çok iyi bildiğimiz gibi, AB sisteminde üye olmadığınız ve karar alma sisteminde oy hakkınız bulunmadığı sürece, siyaseten bu ortaklığın sağlıklı biçimde gelişmesi çok zor. Ayrıca Tek Pazar'a uyum için, Ukrayna'nın altyapısı ve mevzuatının hiç uygun olmadığı düşünülürse, AB'nin genişleme politikasını tekrar elden geçirmesi gerektiği de ortaya çıkıyor.
Yeni oluşan ya da yeniden oluşan iki kutuplu dünyada, sınırları askeri güç değil ekonomik yapılanmanın çizeceği giderek daha belirgin hale geliyor. 29 Haziran 2014'te yeni seçilen Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko, AB ile imzalayacağı anlaşma sonrasında sadece ülkesinin geleceğinde önemli bir adım atmayacak, AB'nin de geleceğine ve genişleme politikasına yeni bir düzen vermesini sağlayacak. Türkiye, bu gelişmelerden en fazla etkilenecek ülke olarak ortaya çıkıyor. Bu etkilerin olumlu yönde gerçekleşmesi de büyük bir olasılık. Ukrayna'nın içeride, Türkiye'nin dışarıda olacağı bir AB düşünülemeyeceğinden hareketle, yeni genişleme mimarisinin ne olacağı üzerinde önemli tartışmalar yaşayacağımızı düşünüyorum.