İstanbul birkaç gündür dünya gündeminin en üst sıralarında. Sebebi açık: Taksim Meydanı'ndaki Gezi Parkı'nda bazı ağaçların parktan sökülmesi çalışmaları üzerine başlayan gösteriler ve işgal, 30 Mayıs'tan itibaren şehrin belli başlı noktalarına yayıldı, onbinlerce protestocu ile polis güçleri çatıştı, olağanüstü yüksek miktarda gaz bombası atıldı, arbede ve yıkım dalgaları birbirini izledi, hastanelere yaralılar taşındı, bazı mahalleler gürültülü protesto eylemlerine sahne oldu.
Olayların zirve noktası, yoğun katılımın olduğu 31 Mayıs akşamından itibaren Taksim, Harbiye, Beşiktaş ve Kadıköy'de yaşananlar oldu.
Protestoların ve polis operasyonlarının kapsamı, büyük kenti doğal olarak iç ve dış gündemin tepesine yerleştirdi. Çünkü ortada büyüklüğü tartışmasız bir haber vardı ve akla getirdiği her soruya yanıt aranmalı, en azından "neler olduğu" kamu adına izlenmeliydi.
İzlenebildi mi? 1 Haziran günü öfkenin bir kısmının Türkiye medyasına açık ve sert bir dille yönelmesine ve çoğuna sıfır not vermesine bakılırsa, hayır. Asıl eleştirilen, hatta lanetlenenler yanı başında olan bu gelişmeleri görmezden gelen büyük TV kanallarıydı, ama yazılı basında da bu gazete, bazı başkaları gibi okur eleştirilerine maruz kaldı.
Eleştiriler gazetenin 1 Haziran baş sayfası ve iç sayfalarda gelişmeleri aktarma biçimiyle ilgili. SABAH'ın baş sayfasında, başka pek çok gazete baş sayfasında yer alan Gezi Parkı olayları haberi hiç yok; sadece "Gezi'ye CHP de oy verdi" haberi var. İç sayfada ise haber var, ancak biri Vali, Belediye Başkanı ve Emniyet Müdürü'nün açıklamalarına dayandığı, diğeri ise bir okurun deyişiyle tatmin edici olmamış.
Gelen eleştirilerden sadece bazıları:
- "Doğru, tarafsız bir yayın yapma iddiasında olan ve görevi halkı bilgilendirmek olan siz basın kuruluşları son dönemde iktidar yanlısı bir tutum içerisine girdiniz.
Son Gezi Parkı olayları bunun en açık örneği oldu. En önemsiz olayları bile dakikalarca, üzerine basa basa, tekrar tekrar verirken; Gezi Parkı'nın yıkılmasını istemeyen halkın başına gelen insanlık dışı muameleyi görmezden gelmeniz bu durumu net olarak ortaya çıkarmıştır. Bu halkın, ülkenin gençlerinin, masum sivil toplumun terörist muamelesi ile karşı karşıya kalması sizlere göre önemsenecek, kayda değer bir olay değil. Tutumunuz tarafsız bir hal almadığı, halkı doğru, dürüst, nesnel bir anlayışla bilgilendirmeye başlamadığınız sürece sizlere saygım sıfırlanmış olarak kalacaktır. Güvenemediğim yayınlarınızı izlemeyeceğim.
- Bu durumun sizin için önemi olup olmadığını bilmiyorum. Ama kişisel ya da kurumsal çıkarları düşünerek değil, meslek ilkeleri, toplum bilinci, iş ahlakı açılarından değerlendirirseniz ne kadar yanlış yaptığınızı sizin de fark edeceğinizi sanıyorum." (Civan Cevahir)
"Taksim'de yaşanan olayları tek sütun vermeden, tek resim koymadan olmamış gibi baskıya giren gazetenizi protesto ediyorum. Umarım sıfatınızda yazan 'temsilci' makamına uygun olanı yapar, şikâyetlerimizi gazetenize yansıtırsınız." (Ahmet Çetin)
- "Keşke az da olsa bugün yaşanan olaylar hakkında bilgi verseniz... Korkmayın taraflığınızı kaybetmezsiniz." (Mehmet Ali Ünsay)
- "Ülke çalkalanırken nasıl web sitenizde bir tek haber olmaz! Sizin habercilik anlayışınız nedir? İnanın üzüldüm... İnsan, doğa sizler için bu kadar mı önemli?" (Nail Çağlayan)
Ve benzerleri... Telefon konuşmalarına yansıyan sitemler...
Türkiye finansı, turizmi ve medyasının kalbi, 14 milyonluk bir şehirde ortalığı altüst eden, siyasi-kültürel-sosyal boyutlu bir protesto ve şiddet dalgasının bir ulusal gazetenin baş sayfasında görülmemesine okurlardan tepki gelmesi kadar doğal bir gelişme olamaz. Ele alınması bir mesleki etik gereğidir.
* Halkın haber alma hakkı, anayasal bir haktır. Habercinin görevi de hiçbir aidiyet ve sadakate öncelik tanımadan bu hakkın gereğini yerine getirmek. Haber saklanamaz, görmezden gelinemez, üstü örtülemez. Kamuyu ilgilendiren her büyük gelişme - hele felaket, kriz, salgın ve çatışma hallerinde - tersine, halka olanca detayıyla doğru haberleri yansıtmak bu medyanın görevi. Görevi yapmamak, demokratik sorumluluğu yerine getirmemektir.
* Yanlış ifade edilmiş de olabilir. Haberi saklayabilir, görmeyebilirsiniz. Ama, 2000'ler dünyasında bu devekuşu gibi başını kuma sokmaktan ibaret kalır. Bir meslektaşın ifadesiyle "Gerçek, siz öyle istemiyorsunuz diye cereyan etmeyen bir şey değil." Haberler ancak totaliter rejimlerde saklanır, bastırılır. Oysa Türkiye, medyasıyla ne Çin olabilir, ne İran, ne de Azerbaycan. Bunun üzerinde de çok iyi düşünmek gerekir.
* Geleneksel medya doğru ayrıntılı haberciliğin ve özgür yorumculuğun hakkını vermeyerek kendi bindiği dalı kesmeye devam etmiştir. Bunun sonucu, önceki vakalara kıyasla çok daha derin bir güven krizi olmuştur. Şu veya bu nedenle, çaresizlik içinde haberlere ulaşamayan sıradan yurttaşlar marjinal kanallardan, sms'lerden ve tabii ki internet üzerinden bilgiye ulaşabilmiştir. Böyle olduğuna göre, hiçbir yazılı veya görsel medya kuruluşunun "sosyal medya ve internet kışkırttı, tansiyonu yükseltti" iddiasında bulunma hakkı kalmamaktadır. SABAH da bu eleştirilerden haklı olarak payını aldı.
Medya işini iyi yapmazsa bu ülkeye demokrasi gelmez, meslek de tamamen yok olur.