Kürt realitesinin kalıcı ve demokratik bir kalıcı zemine oturtulmasını amaçlayan "Barış Süreci"ne ilişkin yaklaşımlar, aynı durumun farklı kesimler tarafından nasıl değişik değerlendirilebileceğinin somut örneği değil mi?
Milliyetçi- Muhafazakâr AK Parti ile BDP'nin bu süreçte aynı çizgide olmaları ve Sosyal Demokrat CHP ile MHP'nin ulusalcı platformda birlikte yer almaları, kısa süre önce düşünülemezdi bile.
Türkiye'de yaşayan insanları temsil eden siyasi partilerin "İç barış" kavramına bile böyle farklı açılardan bakmalarının nedenini, seçmen tabanına verilen mesajlarda ve iktidarın başarması ihtimalinden duyulan endişelerde, yani siyasal dürtülerden anlamaya çalışıyoruz.
Olacak şey gibi görünmüyor ama mesela CHP tek başına iktidarda bulunsaydı. Açılımların ve "İmralı süreci"nin mimarı CHP olsaydı...
Siyasetçi ve seçmen
Acaba muhalefetteki bir AK Parti bu süreç karşısında nasıl davranırdı?
İdam cezasının kaldırılması ile Abdullah Öcalan'ın bu cezadan kurtulması gerçekleşirken, seçime "Öcalan'ı asacağız" sloganı ile giren MHP koalisyon ortağı değil miydi?
Öcalan idam cezasından ortaklarının oyları ile kurtulduğu için, MHP koalisyondan mı çekildi?
Kısacası biz "Seçmen" ve "Vatandaş" konumunda siyasi polemikleri ve zıtlaşmaları izlerken, siyasetçilerin bizden çok farklı dürtülere sahip olduklarını hiç unutmamalıyız.
Partilerin ilkeleri veya programları tabii ki vardır ama bunlar siyaset mesleği icra edilirken fazla anlam taşımazlar.
Bir siyasi parti lideri rakibine laf yetiştirmek için hazırlanırken partisinin programını açıp, kuracağı cümleleri oradan seçmez.
Amaç iktidar olmaktır
Bir muhalefet partisi lideri ne söylerse söylesin, tüm söylemlerinin özünde "Ben iktidar olmak istiyorum" cümlesi vardır.
İktidar partisi lideri de "Ben muhalefet olmak istemiyorum" demek ister her söyleminde.
Şu andaki Türk siyasetinin açmazı hiçbir muhalefet partisi liderinin "Ben iktidar olmak istiyorum" diyecek durumda bulunmamasıdır.
Ana muhalefet partisinin Ergenekon avukatlığı konumunda sesi çok fazla duyulurken Barış Süreci'ne dönük suskunluğu, bu açmazın yansımaları arasında değil mi?
İç siyasetteki polemikleri ve anlaşmazlıkları seçmen konumunda "Dışarıdan" (veya yukarıdan) izlerken, aslında "Barış"ın sade içeriyi değil dış ilişkileri de ilgilendirdiğini unutmayalım.
Hangi çözüm?
Biz "İç barış" konusunda bile birbirimizle farklarımız yerine asgari müştereklerimizi aramazken, dış barışın ne kadar zor olduğunu da hiç unutmayalım.
Mesela Kıbrıslı Rumların "Ada'da barış"a ve "Kalıcı çözüm"e bizim gibi bakmalarını nasıl bekleyebiliriz?
Galiba "Diplomasi" adı verilen mesleğin ve "Müzakere" denilen uygulamanın vazgeçilmezlikleri, bu farklılıklar arasındaki asgari müştereklerin bulunabileceğini sağlamalarından kaynaklanıyor.
Keşke iç siyasette de bu mekanizmalar işletilebilse... Muhalefet muhalifliğini yaparken bu arada asgari müştereklerin varlığı da hatırlanabilse.