Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri hakkında birbirleri ile çelişkili görünen iki demecin Erdoğan hükümetinin iki bakanı tarafından aynı gün seslendirilmesi, doğal olarak kafaları karıştırdı. Bu iki çelişkili açıklamayı şöyle özetleyebiliriz.
Bir açıklama Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'ndan geldi.
Kıbrıslı Rumların gelecek yıl Avrupa Birliği dönem başkanlığına geleceklerini değerlendiren Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bu başkanlığın ertelenmesi gerektiğini söylerken şöyle konuşuyordu:
"Eğer bu olmazsa ve Kıbrıs Rum tarafı bu müzakereleri geciktirerek gelecek sene 2012 Temmuzunda tek taraflı olarak dönem başkanlığını alırsa, bu sadece Ada'da bir çözümsüzlük anlamına gelmez aynı zamanda Türkiye ile AB ilişkilerinin tıkanıklığın ötesinde donma noktası anlamına gelir."
Bağış'ın açıklamaları
Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle'nin Ankara'yı ziyareti sırasında yapılan Davutoğlu'nun açıklamasının yankıları sürerken, AB Bakanı Egemen Bağış ise televizyonda yaptığı açıklamada, "Ahmet Bey'in söylemek istediği, AB'nin dönem başkanlığı ile ilişkilerimiz donar, ama Komisyon'la ilişkilerimizi çok da etkilemez bu" diyordu.
Bağış "Belçika dönem başkanlığı sırasında da, Macaristan dönem başkanlığı sırasında da müzakere faslı açılamadı. Rum Kesimi de, en kötü fasıl açılmasını engellemeye çalışıyor" şeklinde seslendiriyordu görüşünü.
Birbirleri ile çelişen bu iki açıklamadan endişelenenlerden biri olan Mehmet Altan Star'daki yazısında şu yorumu seslendirmişti dün:
Mehmet Altan'ın endişesi "
...Başbakan Erdoğan'ın 'Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecine verdiğimiz önemin bir gereği olarak, Avrupa Birliği Bakanlığını kurmuş bulunuyoruz. Bu yeni kurumsal yapı içerisinde Meclisimizin de hayati katkılarıyla reformlarımızı sürdüreceğiz' demesine umutlandım... Bir de müzakere sürecinin ruhuyla da bağdaşmayan posta koymaya yönelik hırçın siyasi söylemi bir yana bırakıp reformların gereğini yapsak, harika olacak... Ama bunlar için öncelikle Ankara AB Bakanı'nın kim olduğuna karar vermeli, Bağış mı, Davutoğlu mu?" Bu olaya Mehmet Altan kadar kötümser yaklaşmanın pek doğru olmadığını düşünenlerdenim.
İki duygu da gerçektir
Sade hükümette değil, tüm kamuoyunda Avrupa Birliği'ne dönük olarak bu çelişkili duygular bulunmuyor mu? Hemen hepimiz Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını istiyoruz ve bu üyeliğin çeşitli nedenlerle haksız biçimde engellendiğini düşünüyoruz. Bu nedenler arasında hem bizim hatalarımızla hem de Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan'ın katkılarıyla Kıbrıs'ın çözümsüz bir kriz konusu olarak tutulması da var. Davutoğlu ve Bağış, birbirleriyle çelişkili görünen bu açıklamaları ile Türk kamuoyunun da ve hükümetin de sahip olduğu duyguları seslendirmişlerdir.
Kıbrıs'a kalıcı bir çözüm bulunmadan bu krizin taraflarından biri olan Kıbrıs Rumları'nın AB'ye tam üye yapılması ve onların da Türkiye'nin üyeliğini her yolu deneyerek engellemeleri, susup geçiştirilecek bir durum mudur?
İnsafsızlık etmeyelim
Ayrıca şunu da söylemeliyiz.
Hükümette bir "AB Bakanlığı" bulunsa bile, Türkiye-AB ilişkileri Dışişleri Bakanlığı'nın ilgi alanına da giren bir konudur. AB Bakanlığı AB sürecindeki gerekli temasları ve icraatı gerçekleştirecek. Ama genel siyasi çizgi de iki bakanlığın ve tüm hükümetin katılımı ile oluşturulacak. 21'inci yüzyıla çözümsüz olarak aktarılan kriz konularını çözüme kavuşturmaya çalışan bu kadroya insafsızlık etmeyelim. Ecevit 1974 Kıbrıs Harekâtı ertesinde Kıbrıs'ı çözümsüzlüğe terk etmeseydi, aradan geçen yıllarda Kıbrıs bu çözümsüzlüğü ile siyaset üstü askeri bir konu olarak "Derin Devlet"in iradesine terk edilmeseydi, şimdi böyle bir sorunumuz olmazdı.
Aynı durum "Kürt Sorunu" için de söz konusu değil mi yani? Terörle mücadele ederken şehit olan askerlerimizin yüreğimizi dağlaması bir yanda... Bir yanda da "Kürt Sorunu" nun sorun olmaktan çıkartılması gereği var. Bu gerek yüzünden susarak şehitlerimizi görmezden mi geleceğiz?