Eğer Türkiye Anayasal bir demokrasi ise, Hükümet de (veya seçilmiş iktidar), Silahlı Kuvvetler de "Devletin organları"dır.
Anayasa'nın 104'üncü maddesine göre de "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir."
Denklemi böyle kurunca şu anda gündemin en sıcak maddesini oluşturan "Yeni bir andıç var mı" sorusuna çok kolay cevap bulunması gerekir.
Askerler ve siyasetçiler sözel ve dijital açıklamalarla karşılıklı aşırtma atışları yapacaklarına, Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan'ı ve Genelkurmay Başkanı'nı bir araya getirir.
Tartışılan belgelerin gerçekliğini kanıtlayacak adli soruşturmanın sonuna kadar da kriz dondurulur.
Anayasal bir demokraside yöntem böyle olmalıdır.
Ama burası Türkiye...
Türkiye'yi sadece bugüne bakarak anlamak mümkün değil.
1930'lu yıllarda, Atatürk Cumhurbaşkanı, Bayar İktisat Bakanı ve Mareşal Çakmak Genelkurmay Başkanı'dır...
Gerçek derin devlet
İktisat Bakanlığı hangi yatırıma karar verse Genelkurmay buna karşı koymaktadır.
Gemlik'teki suni elyaf tesisi "Su deposundan gece Marmara'ya girecek İtalyan denizaltıları ikmal yapar" gerekçesi ile, İzmit Kâğıt Fabrikası "Gün batımından sonra kıyılarda yabancı uzmanlar bulunamaz" denilerek engellenmek istenilmiştir.
Son olarak Karadeniz Ereğli'sinde Demir-Çelik tesisleri yapılmasına Mareşal Çakmak, "Bu tesis denizden bir top atımı uzaklıkta olmalı" diyerek karşı çıkmıştır.
Bugün Başsavcı nasıl "Ekonomi konuşup laikliği unutturuyorlar" diyorsa, o zaman da Genelkurmay Başkanı "Ekonomi konuşup ulusal güvenliği unutturuyorlar" diye düşünmektedir.
Sonunda Atatürk, Bayar'ı Çankaya'ya çağırır.
-Mareşal'in istediğini yapacaksın. Ereğli'den vazgeçtiğini ve tesisi Karabük'te yapmaya karar verdiğini söyleyeceksin...
Rahmetli Bayar bu olayı bana şöyle özetlemişti:
-Atatürk beni haklı buldu, Mareşal'in istediğini yaptı.
Eğer 1930'ların Türkiye'sini değerlendirirseniz, "Derin Devlet" Atatürk'tür.
Atatürk bir Cumhurbaşkanı olmaktan öteye "Kurucu", "Kurtarıcı" ve "Ebedi Şef"tir.
Çok partili demokrasinin Cumhurbaşkanları ise (İnönü'nün dışında) üzerlerinde Kurtuluş Savaşı'nın zaferini değil, "Terzi İzzet"in diktiği elbiseleri taşımaktadırlar.
Bugün durum ne?
Nitekim 1960'ın 27 Mayıs'ında Bayar Cumhurbaşkanlığı'ndan asker zoru ile indirilmiştir.
Bugünlere gelirsek.
Anayasa'nın 104'üncü maddesindeki Cumhurbaşkanı "Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir" hükmünü 28 Şubat'ın Cumhurbaşkanı Demirel'in, siyasi organı askeri organa feda ederek uyguladığını biliyoruz.
Acaba şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 104'üncü madde hakkında ne düşünüyor?
Belki o da bizim gibi Genelkurmay ile İktidar arasında gidip gelen açıklamaları izleyip "Amma da ilgi çekici bir durum" diyordur.
Mesela Genelkurmay'ın son açıklamasında şöyle deniliyordu:
-Türk Silahlı Kuvvetleri, hukuk devleti ilkelerine, hukukun üstünlüğüne bağlıdır ve bu konulara ilişkin en ufak bir çekincesi de bulunmamaktadır. Ayrıca, bugüne kadar bağımsız Askeri Yargı tarafından uygulanan hukuki süreçler de ortadadır.
Evet... Sonuçta hepimiz "Bağımsız" sivil ve askeri yargıların, aynı zamanda "Tarafsız" olmalarını da ümit ederek bu tatsız sürecin artık sona ermesini beklemek durumundayız.