Turgenyev "Keyifli geçen bir saatlik sohbet yüz mektuba bedeldir" diye yazmıştı Flaubert'e!
1863 yılıydı.
Malum Turgenyev "Babalar ve Oğullar"ın, Flaubert ise "Madame Bovary"nin yazarıydı.
Mektuplaşıyorlardı.
Gerçi Flaubert'in mektuplaşmadığı kimse yok gibiydi. Mektup yazarken duyguları coşup taşıyor, sözcükler renkten renge giriyordu. Ama kalabalık içine karışmak onu kendi deyimiyle "dehşete düşürüyor"du.
Fakat bir an durun ve...
Turgenyev'in cümlesindeki "mektup" kelimesinin yerine "mail" veya "e-posta", hatta "kısa mesaj" kelimelerini koyun, bir anda 2013 yılına gelirsiniz!
Sanki bir şey değişmemiş gibidir.
Bugün birbirimizi tıpkı Turgenyev gibi uyardığımız yalan mı?
***
Yine de mektuplaşmakla mailleşmek arasında dağlar kadar fark var.
Mektuplar ortadan çekilirken kendisiyle birlikte muazzam bir mazi de silinip gidiyor.
Bir düşünün...
Mailler sadece sözcüklerden ibaret! Bir tıkta hayata geri dönen, bir tıkta "
çöpe atılan" sözcükler. (O çöp kutusu işareti de ne sahici fakat çirkin durur bazen!)
O yüzden
mail alabildiğine cılız bir şey.
Mektuplar öyle mi ya!..
Zarfıyla, mazrufuyla dolu dolu ve heyecan vericiydiler.
Hani anlatılır ya, eskiden adres yerine "
Yazan el, okuyan dil, kim olduğumu açmadan bil" diye yazılan mektuplar olurmuş.
Sadece içindeki sözcükler değil, zarf da kokarmış; duyguların değil, kağıdın da ucu yanarmış.
***
Geldik mi yine, "
canım insan hep aynı, değişen sadece teknoloji" meselesine ve bu tezin içerdiği yanılsamaya! Sakladığı eski bir aşk mektubunu artık
hayatından çıkarmaya karar veren biriyle, eski sevgilisinin maillerini tuttuğu dosyayı "
çöpe atma" zamanının geldiğine inanan biri aynı kişi olabilir mi?
Bu sorunun cevabı için yine
Flaubert'in hayatından bir sahneye bakalım...
"Kalın mektup tomarının içindeki paketi yavaşça açtı. İpek bir dans ayakkabısı, ayakkabının içinde dantelli bir mendile sarılmış kuru bir gül vardı.
Flaubert mektupları, ayakkabıyı ve gülü keder içinde öptü ve sonra hepsini şöminedeki ateşe attı. O sırada tan ağarıyordu."