Nazlı Ilıcak "bence şartlara göre değişmeyen enayidir" demiş!.. Değişmenin bir uyanıklık veya enayilik sorunu olmaması gerektiğini bilmiyor mu? Üstelik... Değişim "şartlara göre" olduğunda değil, kayıtsız şartsız zihnin ve kalbin doğrularına dayandığında güzeldir.
***
Yeni trend... Kızlar oğlanlara "laf sokma"ya bayılıyor, hatta onları hor görüyor; oğlanlar ise kızların yalanları yüzünden çok dertli, hep ağlamaklı... Nereden mi biliyorum bunları? Tabii ki, günümüzün pop ve rock şarkılarından... Çağın ruhunu bu şarkılardan okumak mümkün! Kızlar öfkeli ve alaycı, oğlanlar ya kırgın ve uzak ya da soğuk ve bencil.
***
Aşk hâlâ bir tür
sarhoşluk olarak algılanıyor. Ama günümüz gençleri (özellikle erkekler) için bu sarhoşluk yeni bir karakter edindi. Bunu da Gripin'in yeni şarkısı "Durma, yağmur durma"daki şu satırlar iyi anlatıyor: "Sen doldur, ben içerim yalanlara kana, kana..."
***
Âşık olmak için
"güç"ten feragat etmek gerekir. Mesela ağlamaktan çekinen erkekler âşık olamazlar. O kadarla da kalmaz! Gözyaşından bucak bucak kaçan erkekler düşünür ama anlayamaz; bilgiyi sever ama bilgeliğe uzaktır. Bakıyorum da, nihayet erkekler bu engeli aştılar gibi! Şimdi ortalık ağlayan erkeklerle dolu. Fakat bunlar kendilerine âşık oldukları için ağlıyorlar! Öylesine marazi bir
gözyaşı duşuyla karşı karşıyayız!
***
Tam karşımdaki masada oturuyorlar. Belli ki, arkadaş kalmakla çift olmak arasındaki ince çizgiyi aşmanın eşiğine gelmişler. Adam sürekli işini gücünü, araya beklentilerini ve hayal kırıklıklarını ekleyerek anlatıyor. Kadın sakin biçimde kahvesini yudumlayarak onu dinliyor. Fakat bir süre sonra kadının yüzü bozuluyor. Çünkü adam zorlanıyor. Böyle giderse çizgiyi aşamayacak, arkadaşlığın güvenli alanında kalacak... Kadın birdenbire sesini yükselterek şunu söylüyor: "Çok mantıklı konuşuyorsun. Bu kadar mantıklı olmaya ihtiyacımız var mı Allah aşkına!"
***
Hız ve sabırsızlık bir madalyonun öteki yüzü gibi. Günümüzün iki belirleyeni bunlar. Sabırsızlık... Baudrillard buna "başlamadan bitirmeyi istemek" diyor.
***
Sabırsız insanlarda hep "fatalist" bir yan bulmuşumdur. Sanki "bir an önce bitsin de, gidelim" havası! Hatta dikkatli baktığımda onca hareketliliğin altında hayatla bir türlü barışamamış bir "yaşayalım, geçsin, bitsin" melankolisi sezer, hüzünlenirim.
***
Çevre (ekolojik) sorunları ne zaman başladı? Belki... Peygamberlerin, evliyaların, azizlerin, dervişlerin kuşlarla, böceklerle, ağaçlarla konuşmalarına "fantezi hikâyeler" gözüyle bakmaya başladığımızda... Yeryüzü mü? O değil konuşmak, yüzümüze bile bakmıyor artık.