12 Eylül Darbesiyle ilgili tahliller, yorumlar, rakamlar, sonuçlar anlatan 50 türlü yazı çizi vardır bugün. O yılları hem gazeteci hem üniversite öğrencisi olarak yaşadım diye, özümden, gözümden, yüreğimden, belleğimden bir şeyler de ben paylaşmak isterim.
Kor ateşten mücessem o acılı sancılı yıllar boyu; genelde herkesin, özelde de biz genç kuşakların ıskaladığı duyguların başında, aşklar sevdalar geliyordu.
Kolay mıydı tarifsiz pata küte içinde insanın sevdayla, tutkuyla randevusu gerçekleştirebilmesi?
Ağır metal sertliğinde bir konudayız ama onun bile 'aşk' gibi yegâne süngerimsi tarafına özellikle girdim. Niye; belki tam yaşamaya başlamışken "ayıptır" diye belletilen, heder edilmiş hislerin fosillerine olsun selam olur.
Tecrit et arkadaş
Bizim okul olarak da gazete olarak da 'sola yatkın' duruşumuz vardı. Kısa zamanda fark ederdim ki; çevremizde başlamış ve her nasılsa devam eden aşkların ömrü de kısaydı.
Bir kere işin "karışanı görüşeni" boldu. Diğer siyasetler, ideolojilerde gündelik yaşam neler getirir gösterirdi bilemem ama bu 'sola yatkın' çevrede mesela birine yürek pır pırladın, sevdiniz, hazzettiniz, kenetlendiniz, ele ele yürüyüp, gülüştünüz.
Görüldüğü, duyulduğu anda bir birileri gelir, yüzüne en ciddi ve otoriter ifadeyi iliştirip; "Arkadaş, bu yaptığın küçük burjuva taraflarını tecrit edememiş zayıf insan halidir.
Mücadelenin keskinleştiği şöyle günlerde tavrını doğru koy özeleştirini ver vazgeç bu hareketlerden" diye kafana dikilirdi.
Bu en masum en yalın haliyle bile tu kaka ediliş betonlaştırırdı duygunu küt diye.
Filizlenmeye yüz tutacak, sarmaşıklar gibi ruhunu yaşamını saracak potansiyelde sevdalar tek yapraktayken kurur giderdi daha.
Konu sevdaluk olunca bundan daha fazla detaya girmek köşe yazarının değil öykücü ya da romancıların işi sanki.
Yine de bugünün 12 Eylül'üne dönüp, zamane aşklarının ışığı "gündem prizmasından" kırılınca gözüme nasıl gözüküyor az öteye iliştireyim dedim.